Mustafa OKUMUŞ
Çoğu Kez Duygular aklın Önünü Kesiyor
Çoğumuz, neyi nerede nasıl yapmamız gerektiğini, söylem olarak ortaya koymakta oldukça başarılıyız. Doğrular, eğriler, yanlışlar, olumlu ve olumsuzluklar konusunda da çok duyarlıyız.
Ancak bu yargılar, aklın, mantığın yerli yerine oturduğu ve de işlevini tam yaptığı zamanlarda geçerli oluyor, sanırım. Kimi vakit olmadık yerde, zamanda ve ortamda, olmaması gerekeni yaparız. Duygularımız, sevgimizin ve aklımızın önünü keser, bizi çıkmaz sokağa yöneltir. Çıkmaz sokağın çıkmazı ise, bizi nice çıkmaz ve açmazlarla uğraştırır.
Aşırı duygusallığın olumsuzluklarına karşı, “zaman en iyi ilaç” derler ya. Bu yargının gerçekten çok doğru olduğunu düşünüyorum. Duygusallığımız, bir yaz yağmuru gibi gelip geçer. Arkadan güneş doğar, içimiz-dışımız ısınır, aydınlanır. İşte o zaman yanılgımızı anlar üzülürüz. Kırıp döktüğümüz değerlerin bilincine varır, pişman oluruz, yaptıklarımıza.
Kırmak, kaybetmek kolay da, tamir etmek, yerine koymak, kazanmak o kadar kolay mı? Bu kez de pis gururumuz keser aklın önünü. İşte asıl kazanım bu engeli aşmakla sağlanır. “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” atasözünün içeriğine uygun bir davranış, bir çok olumsuzluğu düzeltir, değil mi? Özür dilemek, yanlıştan dönmek, kuşkusuz bir erdem işidir. Kendini aşan her kişi yapmalı bunu. Benliği yenmeden olgunlaşamayız ve de sağlıklı-saygın davranışlar oluşturamayız, bence.
Daha kötüsü, savunmasız odaklara karşı katı davranış ve tepkilerimizi sürdürerek kazandığımızı, kurduğumuzu sandığımız otoritenin temeline şiddet yerleştirdiğimizin farkına bir varabilsek. Şiddetin-katılığın ürününün nefret ve karşı tepkiye yol açacağını, bir algılayabilsek, ne iyi olurdu, değil mi?
Söz gelimi: Kimi anne ve babalar olarak, canımız-ciğerimiz, çok sevdiğimiz çocuklarımıza, (sözde) şımartmamak için sevgimizi açık bir dille ifade etmez, içimizde saklarız. Çocuklarımızın, onca güzel ve olumlu davranışlarını alkışlamak yerine, mesafeli ifadelerle geçiştiririz. Ancak, hata yaptıklarında onları dikkatsizlik, sakarlık ve saygısızlık gibi uluorta ifadelerle, sert bir şekilde suçlarız.
O anda onun, iç dünyasında var olan nice güzel değerleri incitip-kırdığımızı düşünemeyiz. O körpe dimağında, kendini sevmediğimiz, dışladığımız gibi olumsuzluklar vahşi bir iştahla alabildiğine boy verir.
Oysa, “zararı yok çocuğum, olur böyle şeyler. Bundan sonra biraz daha dikkatli olursun, olur biter. Canın sağolsun, bir bardak ne ki? Üzme canını, yenisini alırız,” demek şefkat pınarını açık tutmak varken, şiddet niye...
Göreceğiz ki bu tavrımız, hoşgörümüz çocuğumuzu daha çok utandıracak, kendini sorgulamasına fırsat verecek, onu daha dikkatli daha güvenli ve özenli olmağa yöneltecektir. Sevgi, şefkat, hoşgörü iklimi, onların daha sağlıklı etkileşiminin ve daha sağlıklı gelişimlerinin kaynağı olacaktır, kuşkusuz.
Buradaki yaklaşımımız, çocuklarımız, yakınlarımız ve çevremizden gelen olumsuzluklara alkış tutmak anlamına gelmez. Olumsuzluklar mutlaka hak ettiği karşılığı almalıdır. Ancak yöntemler daha mantıklı ve akılcı olmalı, elbette. Her olumsuzluğu kendi yöntemiyle karşıladığımız zaman, sorunlar daha karmaşık hale gelir. Çözüm de zorlaşır, değil mi?
Öyleyse şiddetten uzak yöntemleri denemek gerekir. Bu yöntem karşımızdakine, kendini sorgulayabilmeyi daha nesnel olmayı, doğruları daha kolay bulmayı, kabullenmeyi sağlar, düşüncesindeyim. Ancak bu yöntemle itilmez, dışlanmaz, kazanılır ve olumsuzluklardan uzaklaştırılır, insanlar.
Bu nedenlerle, olumsuzluklara yaklaşırken, sevgimizi, aklımızı öne çıkarmak gerekir, elbette. Ancak o zaman söylemlerimizle, eylemlerimiz arasında tutarlı bir uyum sağlayabiliriz, bence. Aksi, “öfkeyle kalkan, daima zararla oturur.”
Olumlulara her kişi yumuşak tavırlarla yaklaşır. Önemli olan olumsuzluklara yaklaşımımızdır. Bunun kolay olmayacağını biliyorum. İnsanın kendini frenlemesi de zordur. Unutmayalım ki, asıl ve gerçek başarı zorun ucundadır, değil mi?...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.