HURAFE ŞİA VE İRAN

Devletler arası ilişkiler ile Milletler arası ilişkiler farklıdır. Tıpkı bir ülkede iktidarda olanlarla muhalefet olanlar gibi. Bilindiği gibi Arap ülkelerinin neredeyse hepsi azınlık bir grup tarafından yönetilmektedir. Hal böyle olunca Devlet-millet ilişkisi kopmuştur.

Arapların neden bizim yanımızda olmadığını, İslâm Birliği neden tesis edilemediği hep sorgulanmıştır. Halbuki Arap ülkelerinde yönetim ve uluslar arası kuruluşlar hep karşı tarafın tekelindedir, yani sağ duyulu halka o fırsatı vermezler. Halk tarihten beri Türkiye’yi ve Türkleri sever, hayranlık duyarlar. Çünkü Türklerin hamiliğini, cesaretini, adaletini görmüşlerdir. Siyasette devletler menfaatlerini ön planda tutarak ticari, ekonomi, kültürel İlişkilerde bulunurlar. Bir devlete hem dost hem düşman olabilirler. Tıpkı Türkiye’nin ABD, AVRUPA, ÇİN, RUSYA ve diğer devletlerle ilişkileri de bu kapsamda değerlendirilebilir. Yani bir ülke bizim kesin düşmanımız o ülke ile irtibatı keselim anlayışı rağbet görmüyor. Hele İslâm birliği arzu ediliyorsa bu hassas konu daha çok düşünülmelidir.

İran ise ayrı bir kategoriye sahiptir. Önceleri bir çok İslâm alimleri İran’dan çıkmıştır: Ebu Hanife, Ömer Hayyam, Feridudduni Attar, Ebul Hasan Harakani, İmam Gazali, Bayezidi Bestami, El-Biruni, Harizmi, Nizamülmülk, Nasıruddin Tusi gibi.

İran ile tarihten beri bir çok sorunlar yaşadık. Timur, Şah İsmail döneminde Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu’nu hep arkadan vurmuşlardır.

Şimdiki İran’ı ele alırsak; İran'daki Sünniler İran'ın genel nüfusunun yüzde 20'sini oluşturuyor. İran Sünnilerinin çoğu, sınıra yakın, uç bölgelerde yaşıyor. Merkezi şehirler ve bölgelerde de varlar; Tahran'da nüfusları bir milyondan fazla. Isfahan ve Şiraz'da da Sünniler var; hatta İran’da Sünnilerin yaşamadığı bir şehrin bulunmadığını söyleyebiliriz. Bu şehirlerde daha az olmakla birlikte, sayıları yine de 100 bini geçmektedir. Sünniler İran'ın her köşesinde yaşıyorlar. İçinde Sünnilerin bulunmadığı hiçbir etnik grup da yok. Fıkıh konusuna gelince; Sünnilerin çoğunluğu Hanefi ve Şafii olmakla birlikte, küçük bir Hanbeli cemaati de bulunmakta. Hanefilerin çoğu İran'ın doğu kısmında, güneyden kuzeye uzanan kesimde yaşıyor. Şafii Sünniler ise batı ve kuzeybatı İran'da. Hanbeli cemaati ise Ahvaz ve Abadan'da bulunuyor. Ülkenin farklı yerlerinde yaşayan Selefiler ise, nüfuz bakımından çok daha küçük. Onların da çoğunluğu Hanefi ve Şafii. İran Sünnileri çoğunlukla ticaret ve pazarlama ile uğraşırlar. Üniversite imkanlarına sahipler. Şiiler ve Sünniler birlikteler; hatta bazı işletmelerde ortaklık yapmaktalar. Halk tabakası birbirinden farklı değildir; birbirleriyle işbirliği içinde yaşıyorlar.

Ehli Sünnet alimleri devrime destek verdi, ancak devrimin iyice yerleşmesinden ve anayasanın kabul edilmesinden sonra dışarıda bırakıldılar. Bunlar devrimin ortaklarıydı ancak daha sonra devrim treninden indirildiler. Bundan kaynaklı olarak Sünnilerin mezhepsel kimliği öne çıkarması ihtiyacı ortaya çıktı. Medyanın milli olduğu söyleniyor fakat Şii bir din adamı 15 milyon nüfusluk Sünniler aleyhine konuşunca kimse ona cevap veremiyor. Bu da doğal olarak Sünnilerin kendilerini öteki olarak hissetmesine neden oluyor. Muhafazakar Şii kanat, Sünnilerin varlığını kabul etmek istemiyor ve muhatap almıyorlar.

Şİİ VE ŞİA’YI İNCELERSEK;

Hz. Ömer zamanında İran bütünüyle İslam’ın oluyor. Persler aynı kimlikle bir daha dönmemek üzere siyasete veda ediyor. Küfür cephesinde mağlubiyetten öte bir durum, bir hezimet var. Damarlarında uluhiyet kanı dolaşıyor dedikleri efsane komutanları Hürmüzan Medine’ye geliyor. Sarayda görüşeceğini zannettiği Hz. Ömer’le Mescid’de karşılaşıyor ve Onun, “benimle konuşmak istiyorsan çıkar tacını başından” şeklindeki emriyle sarsılıyor. İmparatorluklarını kaybediyorlar. Bu yüzden Farisilerde Hz. Ömer’e (r.a) karşı büyük bir kin oluşuyor.

İbn Sebe adında bir Yemen Yahudisi San’a’da ortaya çıkar. Bu zat, İbnu’s-Sevdâ diye de bilinir. Hz. Osman zamanında Müslüman olduğunu ilan eder. İslam şehirlerini dolaşır. Sırasıyla Hicaz, Basra, Küfe ve Şam’a gider. Şam’da tutunamaz. Bizzat halk tarafından şehir dışı edilir. Mısır’da Hz. Osman’a muhalifler olduğunu duyunca oraya gider. Müslümanlara, “Size hayret ediyorum. Hz. İsa’nın tekrar bu dünyaya döneceğini tasdik ediyor fakat, ‘Kur’an okumayı, tebliğ etmeyi ve içindekilerle amel etmeyi sana farz kılan Allah, muhakkak ki seni dönülecek bir yere ulaştıracaktır.’[2] ayetine rağmen Hz. Muhammed’in dünyaya geri döneceğini yalanlıyorsunuz.” der. Allah Rasulü’nün hicretten sonra Mekke’ye dönüşünü anlatan ayette ki “me’ad” kelimesinin manasını tahrif ederek ona “dünya” anlamı verir İbn Sebe.

Nerede bir rahatsızlık varsa orada İbn Sebe ve adamları en ön saftadır. İslam kisvesi altında İslam’la savaşır. Hz. Ali’yi de aynı şekilde tahrik edebileceğini düşünür ve bir defasında ona, “Ente ente/Sen ilahsın” der. Şia kaynaklarına göre Hz. Ali onu yaktırır, Ehl-i Sünnet’e göre sürer.[4]

Her ne kadar bazı Şiiler tarihte böyle biri yaşamadı dese de erken dönem Şia kaynakları da İbn Sebe’ye ve Hz. Ali ile görüşmesine yer verir. Şia’nın önemli rical ulemasından Keşşi رِجَالُ الْكَشِّي diye meşhur olan eserinde İbn Sebe’den bahseder.

Şia’da iki safha var. Birinci safhada, İslam’a sadakat, Hz. Ali’ye muhabbet var. Daha çok siyasi bir tercih Şia bu dönemde. Fakat Hz. Ali’nin yanında yer alanlar, onu ne kadar seviyorsa Hz. Ebu Bekir ve Ömer’i de en az o kadar seviyorlar.

Hz. Ali’den sonra İbn Sebe’yle Şia’nın ikinci safhası başlar. Bu ikinci safha/yol sahabeye, Kur’an’ı Hakim’e ta’n yoludur. İbn Sebe, hurafe ve kinle İslam’ın ana bünyesinden kopardığı yığınlara “cemaat” yerine “tefrikayı”, muhabbet yerine “nefreti” aşılar. Hz. Ali taraftarlığı üzerinden Hz. Muhammed ve sahabe düşmanlığı yapar.

Farisilerin en büyük hasmı Hz. Ömer… Bu yüzden Hz. Ömer suikastını iki Farisi tertip eder; Ebu Lü’lüe ve Hürmüzan.

Nitekim bir Ayetullah شَهَادَةُ الْاَثَرِ عَلَى إيمَانِ قَاتِلِ عُمَرَ başlıklı bir risale kaleme alır. Risalenin mevzusu ise Hz. Ömer’i şehid eden büyük kafir Ebu Lu’lue’nin nasıl büyük bir Müslüman olduğunu isbat etmek(!).

Ayetullah malum eserinde Ebu Lülüe’nin Hz. Ömer suikastiyle ne kadar önemli bir iş yaptığını uzun uzun anlatır. Farisiler, o güne يَوْمُ الْعِيدِ يَوْمُ السُّرُورِ bayram günü, surur günü diyorlar. Hz. Ömer’in şehadet günü, bunlara göre bayram günüdür. Müslümanların hüzün günü, onların gurur günüdür. Bu gün de öyle değil mi? Müslümanlar Esed’in düşmesi, İran ise kalması için uğraşıyor.

Şia’da ki “Rec’at”a göre ise on ikinci imam tekrar dönecek ve Şia Hz. Ali’nin hakkını gasp eden(!) Hz. Ebubekir’den, Ömer’den, Osman’dan (r.a.), ashab-ı kiram efendilerimizden, ulemadan intikam alacak. Bu gün İran’ın her müslümanı “Yezid” gibi görüp, saldırmasının arka planında bu intikam duygusu vardır.

On iki imama öyle güç veriyorlar ki! Onlara göre bunlar gaybı bilir. Yeryüzündeki bütün tasarruflar bunların eliyle olur. Allah Teala bunlara sormadan, bunların canını almaz. Onlar da ne zaman isterlerse o zaman canlarını verirler. Ne var ki bu kadar yetki verdikleri imamlarını asırlardır bekliyorlar, gelmesi için kaybolduğu yere eşeği de bağladılar. Fakat on ikinci imam çıkıp da gelmiyor.

Yeni Şia dedikleri Humeyni’nin Şia’sıdır. Humeynî üzerinden Şia’nın yolunu açmaya çalışıyorlar. Bu defa Humeynî üzerinden hedeflerine ulaşacaklar.

İhvan-ı Müslimîn ve Türkiye’de Milli Görüş Sünnet ve Cemaat akidesi çerçevesinde büyük mesafeler katedip, devletleşme aşamasına yaklaşınca küresel güçler Humeynî’ye “İran İslam Devleti”ni kurdurarak İhvan’ın ve Türkiye Müslümanlarının rüzgarını kesti. Kabiliyetli Müslüman gençler ABD ile 35 yıldır birbirine uluyan fakat tek kurşun atmayan İran’ın “İslam Devleti” terkibine aldanıp, safına geçti. Batı’nın en büyük müttefiki, bir anda Batı ile hesaplaşan kahraman konumuna getirildi. Müslüman gençlerin “Zaferler Müjdecisi Aziz İslam Önderi”, “İslam’ın Büyük Mücahidi”, “Mustazaf halklara İslam’ın devrimci yolunu gösteren Büyük Önder” diye yad ettikleri Humeynî de Tabersî ve selefleri gibi Kur’an’ın eksik olduğunu, mevcut Kur’an’dan üç kat daha büyük bir Fatıma mushafının olduğunu iddia etmiştir.

Bir görüşe göre Humeynî, İran’da idama mahkum ediliyordu, o zamanlar Ayetullah Ali Şeriati (Türktür), Humeynî’ye Ayetullah ünvanı vererek onun asılmasın önlüyor. Daha sonra Humeynî Fransa’ya sürülüyor. Ülkesine döndüğünde ise ilk işi Ali Şeriati’yi öldürtmek oluyor. Çünkü Ali Şeriati, ileride kendisine rakip olabilirdi. Ayrıca İran da bulunan Türkler üzerinde nüfuzu vardı.

Şia, “hurafe”yi “hakikat, “hakikat”i “hurafe” görür. Bunların الكافي (el-Kafi) adında 8 ciltlik bir kitabı var. Onlara göre bizde ki Buhari makamındadır. Müellifi Muhammed b. Yakub el-Küleynî (v.329)… :

Küleyniye göre اِنَّ الأَئِمَّةَ يَعْلَمُونَ مَتَى يَمُوتُونَ [20] imamları ne zaman öleceklerini bilir.وَاِنَّهُمْ لَا يَمُوتُونَ اِلَّا بِاِخْتِيَارِهِمْ Onlar ancak kendi ihtiyarlarıyla ölürler. Allah Teala sorar onlara ölmek istiyormusunuz? Evet istiyoruz ya rabbi deyince ölürler. “Yok istemiyoruz.” derlerse o zaman diledikleri kadar yaşarlar dünyada. اِنَّ الْأَئِمَّةَ يَعْلَمُونَ عِلْمَ مَا كَانَ وَمَا يَكُونُ [21] Bizim İmamlarımız olanı da, olacak olanı da bilirler. لَا يَخْفَى عَلَيْهِمْ شَيْءٌ Hiçbir şey onlara gizli kalmaz. Şia’daki dilediği kadar yaşayan, dilediği zaman ölen, gaybı bilen imam anlayışı yarı ilah anlayışıdır.

İran, tanklarını Yemen’e, Irak’a gönderir. Suriye’de ordusu ile savaşır. Lübnan’da Hizbullah’la vardır. Buna ne Dünya, ne de BM müdahale eder! Aynı hamleleri Türkiye de yapabilir mi? Batıya rağmen 3-4 ülkede askeriyle savaşabilir mi? Peki bu durumda kim Amerika’nın müttefiki, söylermisiniz?! Kim Amerikanın yanında duruyor? Ne var ki İran’ın yanlışını söylemek, İran’ın cinayetlerine karşı çıkmak Türkiye’deki İran lobisine göre, İslam’a karşı çıkmak gibidir.  Dün Fransızlar Suriye’yi işgal ettiğinde onlarla beraber olan Nusayriler, bugün de Ruslar ve Amerikalılar ile birlikte Müslüman katlediyor. ABD ile İran aynı safta. Yavuz Sultan Selim büyük müslümandır. Eğer Allah ona iktidarı nasib etmeseydi Anadolu da, İran Şia’sının bir parçası olacaktı. Fakat Allah Teala’nın inayeti ve 400 alimin fetvasıyla Çaldıran’a yürüdü Yavuz Sultan. avuz İran’ı devirerek İttihad-ı İslam’ın yolunu açmıştır.

KASIM SÜLEYMANİ SUİKASTI

Kasım Süleymani’nin ABD tarafından bu şekilde öldürülmesi uluslararası hukuka uygun değildir. Kendilerince Süleymani’nin suçlu görülüp bir barbarlıktır. Evet Suriyeli, Iraklı, Yemenli için Kasım Süleymani bir kasaptı.

Bağdat'ta İran uyumlu, Şii merkezli, çoğunlukçu bir hükümetin ortaya çıkmasıyla ilgili endişeler var. Trump'ın Irak'a yaptırım uygulama tehdidi, Irak siyasi çevrelerinde sergilenen Amerikan karşıtlığını hafifletiyor. Daha büyük trajedi, Iraklıların yine ABD ve İran politikaları ve ikisi arasında sürekli rekabet için bedel ödemeye kalmalarıdır. Suikastın yankılanması protesto hareketini zayıflattı,

Süleymani, İran'daki resmi ara şahsiyetti; 2019 anketine göre, İranlıların yüzde 82'si onu olumlu gördü. Suikastı milleti bir araya getirdi ve intikam ihtiyacını daha acil hale getirdi. Belki Süleymani suikastı İran’ın bir iç çekişmesine kurban gitmiştir. Bazı kesimlere göre belki Süleymani iyi şeyler yapmış olabilir. Fakat hiç bir zaman yaptığı katliamların üstünü örtemez. Aynı zamanda ABD, Kasım Süleymani suikastı ile endişe ettiği önemli bilgileri saklamış oldu. Tıpkı DEAŞ liderini öldürttüğü gibi. Kullan ve zamanı gelince at.  Kaynak:https://twitter.com/ihsansenocak/status/1212446523679805440?s=19

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ömer IŞIK Arşivi