Naif Karabatak
Toma Hiç Olmasın, Cezaevleri Kapansın
Hedefiniz, bir tomanın yerine on toma almak, kapanan bir cezaevi yerine on cezaevi açmak olduğunda, kimsenin yarınlara ümitle bakmasını bekleyemezsiniz. (Hem bu bire on veren buğday değil, arpa değil, mercimek değil.)
Ama hedefiniz, tomaların sayısını azaltmak ve bir gün hiç toma olmayan ülkeye dönüşmek olursa, yine her kapanan cezaevinin yerine bir okul, bir kütüphane, bir meslek merkezi, bir spor salonu yapma hayali kurarsanız, bunun için bir çabanız olursa yarınlara ümitle bakma şansınız/şansımız gittikçe artar.
Elbette Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun hayalinin daha çok toma, daha çok cezaevi olduğunu düşünmüyorum.
Hiç kimsenin, hiçbir siyasinin veya partinin de böylesine karamsar bir hayal kuracağını sanmıyorum.
Ama güvenlik gerekçesiyle işi daha sıkı tutma içgüdüsü, beraberinde paranoyayı ve sonrasında da açık cezaevi haline gelen bir ülkeyi getirir.
Amerika’nın 11 Eylül saldırılarından sonra yaşadıklarını, bu ülkenin insanına yaşatmaya hiç kimsenin hakkı yok.
Buna ne iktidarın, ne muhalefetin, ne eylemcilerin, ne de asker veya polisin hakkı yoktur.
Devletler, vatandaşları zapturapt altına almak için kurulmaz.
İktidarlar, insanları açık cezaevinde yaşatma vaadiyle göreve gelmez.
Polis ve asker, olay olmasın diye bütün bir milleti huzursuz edemez.
Yasalar, insanların özgürlüğünü elinden alarak, güvenli bir ortam sağlamaya dönük yapılmaz.
Elbette olay olmaması, herkesin en büyük dileği olmalıdır ama olay var diye de ilanihaye sıkıyönetimle idare edilmek de gerekmez.
Belki burada umulan, asker askerliğini, polis, polisliğini yaparken, vatandaş da “insan” olduğunu ve “bir arada” yaşadığının farkına varmasını beklemektir.
Çünkü hiçbir hak, bir başkasının hakkı alınarak meşrulaştırılmaz.
Özgürlük veya insan hakkı, trafik ışıkları gibidir.
Birisinin yasağı başladığında, diğerinin özgürlüğü başlar.
Birisinin özgürlüğünde ise diğerinin yasağı…
Herkes aynı anda geçme özgürlüğüne sahip olamaz, kargaşa çıkar, kaza olur, insanlar ölür veya yaralanır.
Özgürlük ve insan hakkı, bir kişinin, bir grubun, bir zümrenin, belli bir kesimin hakkı değil, hiçbir ayrım gözetmeden toplumun tümünün hakkıdır, hakkı olmalıdır.
Bütün bunlar bilindiği halde dün Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun AK Parti Grup Toplantısında yaptığı konuşma esnasında, sarf ettiği “Bundan sonra kim böyle bir Vandalizm’le bir mala zarar verirse o zarar bizim de yaptığımız tazminler o kişiye, o zarar verene geri dönecek ve o ödeyecek. Bununla ilgili hukuki düzenleme yapma talimatı verdim. Yakılan her TOMA'nın yerine gerekirse 5 TOMA, 10 TOMA alınacak. Kamu binaları eğer yakılmışsa onların daha iyileri yapılacak” sözlerinin içinde hangisi doğru veya hangisi bir güzellik barındırıyor diye çok düşündüm.
Bir mala, bir cana zarar veren elbette yasalar önünde cezasını çekmelidir.
Vandalizm, zaten bir hak değildir.
Bir başkasının dükkânını yağmalama, yakma, yıkma, dünyanın hiçbir yerinde özgürlük olarak algılanmaz.
İnsanların evlerine yapılan saldırı da, canlarına verilen zarar da aynıdır.
Mala gelen tazmin edilir ama cana gelenin tazmini asla mümkün değildir.
Bunun için yasal düzenleme yapılması elbet mümkün ama bu düzenleme “daha çok yasakçı” değil, aksine “daha çok özgürlükçü” olması hedeflenmelidir.
İnsanların güvenli yerlerde yaşaması, devletlerin temel görevidir.
Bunun için sokak eylemlerinde masum vatandaşların zarar gömesinin önüne geçmek de devletin koruma içgüdüsünden dolayı olduğu muhakkaktır.
Ama buradaki yanlış, halkın huzurunu temin etme adına değil, sanki devleti koruma, iktidarı koruma adına atılan adım olmasıdır.
Zira tarih boyunca da devleti yönetenler, kendi koltuklarını sağlamlaştırma adına adım atarken, halkın güvende yaşamasını temin etme derdinde olmadılar.
İşin içine daha çok toma girdiğinde, daha çok cezaevi açma hayaliyle dolmaya başladığınızda, siz barıştan, huzurdan, güvenlikten bahsedemezsiniz.
Gün gelir, güçlendirdiğiniz polis veya asker, tomasını size döndürür, cezaevini de sizin ikametgâhınız için tahsis eder.
Askerin güçlü olduğu dönemlerde, kendi insanına darbe yapmasını, kendi insanına işkence etmesini de görmüş bir milletiz ve halen askerden çekinen, askeri araçtan ürken bir milletiz. O kadar içimize yerleşmiş ki bu korku, kendi oğlumuz asker olsa temkinli olma gereği duyuyoruz.
Bu mu özgürlük?
Mesele askeri ve polisi güçlendirmekten öte, toplumsal olayları hiç kimse zarar görmeden önleyecek bir yapıya bürünmeleridir.
Ve sokağa çıkanların sesine kulak vermek, onların taleplerini “umursadığını” hissettirmek de önemlidir.
Her talep karşılanmayabilir ama her talebin bir duyanı olduğunu göstermek de çok önemlidir.
Tavsiyem, kimse daha çok toma, daha çok cezaevi veya adliye sarayı hayali kurmasın.
Kurabiliyorsanız, daha çok okul, daha çok ibadethane, daha çok kütüphane ve daha çok sosyal donatıların hayalini kurun ve bunları da yapın…
Tweetimden seçmeler
Yaş ilerledikçe nostalji yapıp, çocukluğumu özlemiyorum. O günlerin saflığını bir türlü bulamıyorum, ondandır arayışım...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.