Mustafa OKUMUŞ
Yalnızlık
Yalnızlık, zaman zaman her kişinin kapısını çalan, sevimsiz bir konuk gibidir. Yalnız kalmak, kişinin kendisini dinlemek, sorgulamak, dinlenmek gibi istenç içi bir gereksinimse, belki de yararlı, masum bir sığıntıdır, bence. Çoğu kişi yapar bunu,değil mi?
Ancak yalnızlık, bu masum boyutunu aşıp, bir kişilik olumsuzluğuna dönüşürse, bu noktada kişi hem kendisini, hem de çevresi için sorun olmaz mı?
Çoğu yalnızlıklar ya fiziki ya ruhsal ya da toplumsal bir açmazda yoğunlaşır, kanımca. Bakarsınız çevremizde kimi kişiler, siyah gözlük takarlar, herşeyi kara görürler. Karamsar ve olumsuz tepkiler verirler,hep. Yakın çevresine, ailesine, dostlarına küskün, kırgın ve dargın bir tavrı öne çıkarırlar. Temel değerlerle, hatta kendi kendileriyle bile barışık olamazlar. İçlerine kapanır, tüm kapıları kapatırlar, kendilerine.
Bu özgünlüğü olan bir kişilik sorunudur, kuşkusuz. Ama nedeni niçini de takılıyor insanın aklına . Acaba diyorum: Yalnızlık, kişinin kendi kendini dışlaması mı? Çevrenin ya da toplumun onu dışlaması mı? Bir özgüvensizlik, umutsuzluk mu? Bir ruhsal çöküntü, hastalık mı? Ekonomik sorunların getirdiği bir bunalım mı? Hepten yaşamdan kopmak mı? Yoksa bir açılımsızlık mı?
Verilen yanıtlardan biri ya da hepsi olması, neyi değiştirir ki? Bunlardan biri bile kişiyi mutsuz etmeye yeter, sanırım. Bu konumda kişi klinik vaka olur mu bilemem.
İster kendini, ister toplumun onu dışlaması, nedeni ne olursa olsun, yalnızlık insana yakışmayan, insan olmanın gerekleri ve sorumluluklarıyla bağdaşmayan, bir kişilik olumsuzluğudur. Yalnızlık, Allah’a özgüdür. O, bile insanla, insanda yaşar.
İnsan aileden başlayarak, toplumsallaşan bir varlıktır. Kişi buradan aldığı etik, sosyal, kültürel ve inanç değerlerini, topluma taşıyıp bölüşemiyorsa-uzlaşmıyorsa, yalnız kalmaya ve dışlanmaya mahkum olmaz mı?
Oysa, toplumsallık temel değerlerde uzlaşma ve bölüşümle gelişir, yetkinleşir. Peki, yeterince bölüşebiliyor muyuz? Yeterince güvenebiliyor ve de güvenilir olabiliyor muyuz? Bu sorunların yanıtları, elbette bireyin kendini sorgulamasında saklıdır.
Çoğu yalnızlıklar, tek yanlı beklentilerin ucunda açığa çıkar. Vermeden almak istemek, tek yanlı, yargılara tutsak olmak, herhalde şık bir tutum, değildir. Çünkü kişiyi, temelsiz, tutarsız ön yargılara taşır, değil mi?
Ön yargılar, insanı çevresinden soyutlar. Kuşkuyu artırır,güveni zayıflatır. Bu bir anlamda, iletişim ve ilgiyi de keser. Onu,diğer bireylerden uzaklaştırır, yalnızlığa iter.
Yalnızlık, bölüşümsüzlük, katılımsızlık, iletişimsizlik ve boşalımsızlıktır. Kahreder insanı bence. Ancak, toplumsallığın temel değerlerini yok saymanın da, elbette bir bedeli olacaktır. Yalnızlık belki de bunun en acı ödentisidir, değil mi?
Toplum durup-dururken bireylerini dışlamaz, yalnızlığa itmez. Yeter ki, birey kendisiyle, çevresiyle barışık yaşasın. Yeter ki, birey toplumu oluşturan onun tutkalı sayılan, temel değerlerine ters düşmesin.
Bence,çoğu yalnızlığın, kişinin kendi içinde kendine yönelen bir tepki olduğunu, düşünüyorum. Bu tepki, öncelikle kaynağını mutsuz etmez mi? Atalar: “Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi bile olmamış.” sözüyle, bu tür tepkiyi yermiyorlar mı?
Öyleyse, birey kendini yalnızlığa, boşluğa iten, içindeki ben canavarını yenmesi gerekmez mi? Diğer bir deyişle yalnızlığı yenmek, bireyin kendisiyle, çevresiyle barışık olması, özgüven kazanmasıyla olasıdır, bence.
Bir de şu ön yargılardan kurtulmak gerekir, her halde. Bu kolay olmayacak elbette. Kendini sorgulama, iletişim, bölüşüm, uzlaşma değerlerine açık olmayanlar, kuşkusuz bu konuda kendilerine olumlu bir çıkış kapısı bulamazlar, diye düşünüyorum.
Nedeni ne olursa olsun, yalnızlık bir kaostur. O, içimizde yaşattığımız dilsiz, yüreksiz, düşüncesiz ve güvensiz bir düşmandır, dersek yanlış mı olur?
Öyleyse, asıl onu dışlayalım ve de içimizde yaşatmayalım. Ne dersiniz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.