Abdullah Şanlıdağ
Kızıl Goncalar'la anlatılmak istenen nedir?
Kızıl Goncalar ile toplum sosyolojisi, özellikle 28 Şubat öncesi dindar-laik kutuplaşması gibi konuları ele alması bakımından önemli.
Kızıl Goncalar ile Türkiye’nin kutuplaşmış, ötekileştirilmiş kesimlerine dürüst bir ayna tutulduğu bir gerçek. Yaşı 40'ın üstünde kalanlar çok iyi bilirler. Yeşilçam sinema filmlerinin revaçta olduğu yıllarda
bilgisiz, yobaz, gerici’ portresine sıkça yer verilir, mütedeyin muhafazakar kesimin düşünce ve yaşantısıyla alay edilirdi. Kızıl Goncalar her iki kesimi de rencide etmeden gerçekçi bir portre ve kimlik analizi yapmaya çalışıyor.
Laik-seküler, dindar-muhafazakar kesimde aşırı uçlar, fanatizm hep olmuştur, bundan sonra da olacaktır. Kutuplaştırma ve ötekileştirmede her iki kesimin de hatalarını objektif bir şekilde irdeleyen Kızıl Goncalar'ı Yeşilçam klasiklerinden ayıran en büyük özellik, iki kesime de eşit mesafede durması. Demek ki neymiş, bilimsel eğitimle ‘aydınlanmış’ olmak hiç kimseye herhangi bir ahlakî üstünlük kazandırmıyor. Ahlaki üstünlük ve erdem, ötekini yok saymamak, kutuplaştırmamak ve farklılıklara rağmen birbirini kabullenmekten geçiyor. Mesela bizim öteden beri, eğer zulüm ve haksızlık bizim mahalledense, onu meşrulaştırma gibi bir çabamız oluyor. Hakikati bertaraf etme, toplumu kutuplaştırma muhalif taraftansa, o cepheye tüm gücümüzle saldırıyoruz. Dizide tarikatların kötülükleri anlatılıyor. Elbette ki tüm tarikatları aynı kalıpta değerlendirmek haksızlık olur. Bundan sonraki süreçte tarikat ve cemaatların çok daha ayrıntılı ve titizlikle irdelenmesi gerekiyor. 15 Temmuz gerçekliğini yaşamış bir Türkiye olarak, FETÖ terör örgütü, devletin tüm kılcal damarlarına kadar sızmış, adeta paralel bir yapı oluşturmuştu. Fetö'nün terör örgütü olduğu anlaşılıncaya kadar ki pozisyonu, masum, dinine-diyanetine bağlı bir yapı görünümündeydi. Dindar bir oluşum zannedilerek herkes çocuğunu fetö'nün dershanesine, cemaatine rahatlıkla gönderebiliyordu. Zaman ilerledikçe gördük ki FETÖ, kökleri dışarıda Uluslararası bir terör örgütüymüş.
Fethullah Gülen ve onun üst aklının oluşturdukları piramit, elbette ki Türkiye'deki diğer cemaatlere ve tarikatlara zarar vermiştir. Ama durumun böyle olması, tüm tarikat ve cemaatlerin kötü olduğu anlamına gelmiyor. Cemaat bünyesinde olup da son derece masum, temiz, dürüst, vicdanlı kişiler her zaman vardır, bundan sonra da olmaya devam edecektir. Önemli olan tarikat ve cemaatlerin siyasallaşarak paralel bir yapı arz etmemesidir. Bu konuda devlet üzerine düşeni yapmalı ve bu yapıları sürekli denetlemelidir. Denetlenmeyen yapılar; gün gelir, ayrık otu gibi vücudun tamamını sarabilir. Şurası da bir gerçektir ki, tarikat denilen yapıların işleyişinde, hiyerarşisinde çok ciddi sıkıntılar var. Ama bunların içinde pırıl pırıl, tertemiz insanlar da var ve bunlar bir bakıma da harcanıyor. Aynı şey Kemalist- Alevi dernekleri ve bir kısım sivil toplum örgütleri içinde geçerlidir. İnsana yatırımın en büyüğü eğitimdir, ahlâktır. Lakin söz konusu yapılar ideoloji aşılıyorlar. Yani kendi dünyalarına, kendi örgütsel yapılarına hizmet ediyorlar. Bu tarikat ve cemaatler de birer muhafazakar yapılar ama, siyasi muhafazakar yapıya yani iktidara da zarar vermeye başladıklarında, hukuki süreç mutlak surette başlatılmalıdır.
Sağduyunun sesi olarak muhafazakarlık, dindarlık ve hatta muhafazakar demokratlık övülebilir, saygı duyulabilir. Ancak bünyesinde insan barındıran her Yapı hatadan münezzeh değildir. Dolayısıyla cemaat ve tarikat da olsa yanlış yaptığında eleştirebilmeliyiz. Laik ve seküler kesim de artık dindarların dünya görüşü, fikirleri ve yaşantısıyla uğraşmaktan vazgeçmelidirler. Farklılıklarımıza rağmen bir arada yaşamayı başarabilmeliyiz. Elitist, seçkinci, halkı aşağılayan tüm bakış açıları sorgulanmalıdır. Kızıl Goncalar'ın bendeki izlenimi böyle.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.