Naif Karabatak
Bir Gecede Yargı Adil Oldu
Türkiye’de yargı sistemi sadece bugün değil, her zaman tartışılır ve bu gidişle de çok uzun yıllar tartışılmaya devam edecek. Aslında yargıya güven veya güvensizlik “damarına basılana” göre değişiklik gösteriyor. Bir gün bir kesim yargıya güvenmiyor, diğer gün diğer kesimin güvensizlik krizi tutuyor. (Ama genelleme yaparsanız, yargıya güven, pek de kuvvetli değil…)
Bunun en bariz örneği, Ergenekon davalarında kendini gösterdi.Tabii bir de birkaç bakanın oğlunun da adının karıştığı yolsuzluk, rüşvet operasyonunda…
İki davada, tarafların yargıya güveni ve güvensizliği dikkat çekiciydi.
Her şeye rağmen hukuka güvenmek gerektiğini düşünenler, “Suç sabit olana kadar” herkesin masum olduğuna dikkat çekip, suçlama yerine yargının kararını beklemek gerektiğini düşünürler.
Normal davalarda insanlar, davayı kazandığında yargıya olan güvenden bahsederken, davayı kaybettiğinde veryansın edeceği makam adalettir…
Ancak genellikle “siyasi” olarak görülen ve siyaseten bir tarafa yarayıp, bir tarafı hezimete uğratacak davalarda iş çok daha başka…
***
Türkiye’de uzun yıllar boyunca adı konulmamış bir derin yapılanma vardı.Zaman zaman farklı isimler verildi, zaman zaman yarı yasal isimler bile aldı ama sonunda Ergenekon Terör Örgütü diye bir örgütün, devletin içinde kümelendiği, yasa dışı işler yaptığı, adam kaçırdığı, suikastlar düzenlediği, insanları öldürdüğü, yaraladığı, sakat bıraktığı, işkence yaptığı ve darbe planları hazırladığı, plana uyarak eylemler oluşturduğu belirlendi…
Tabii “darbeden, darbe yiyenler” tarafından bu dava çok önemsendi ve sonuna kadar gidilmesi, ucu kime dayanırsa dayansın, korkulmaması söylendi.
Ancak “darbeden beslenenler” ise davanın siyasal olduğunu, hükümetin yargıya müdahale ettiğini, bu davanın bir öç alma olduğunu ve daha çok şey söylediler ama suçlamalara ilişkin tek kelime etmediler.
Üstelik hepsini sütten çıkmış ak kaşık olarak göstermekle kalmayıp, bir de milletvekili listesinin en başına yazarak, darbeye teşebbüs edenleri “milletin vekili” yaptılar.
Dava henüz bitmedi, darbeler yargılanmaya devam ediyor, 28 Şubat davası da yargıda…
Ama hepsi siyasal…
Hepsinde hükümet yargıya müdahale ediyor…
Hepsinde AK Parti, korku toplumu oluşturmak istiyor.
Hepsinde “diktatör” haline gelen başbakan Recep Tayyip Erdoğan, padişahlığa soyunuyor ve “tiz kellesi vurula!” diye emir verip, bütün savcılar, hakimler de el pençe divan durarak emri uyguluyor…
Yargıya güven yok elbet.
Zamana ve zemine göre verilen kararlardan tutun da koskoca Anayasa Mahkemesinin bile darbeci Mustafa Balbay’a “uzun tutukluluk” gerekçesiyle tahliye edebiliyor…
Ama aynı şekilde, aynı yasadan yararlanması gereken BDP’li tutuklu vekiller, bu haktan yararlandırmıyor.
Ve bütün suçlamalar hükümete gidiyor; yargıya baskı yapıyor…
Üstelik demokratik açılımın olduğu zaman, demokratikleşme için paket üstüne paket açıklandığı zaman.
Eğer yasa BDP’li vekillerin tutukluluğunun devamını getiriyorsa CHP’li veya MHP’li vekillerin de tutukluluğu devam etmeli. Değilse hepsi birden salıverilmeli.
***
AK Partiyi, Başbakan Erdoğan’ı ve hükümeti yargıya müdahale eden, hatta yargıyı elinde bulunduran, dilediği gibi kullanan olarak suçlayanlara gün doğdu ama fena yakalandılar.
Türkiye’yi sarsan rüşvet ve yolsuzluk operasyonu, AK Parti’yi vurmaya dönüktü.
Hem de “Cemaat-AK Parti Meydan Muharebesi” sürer ve sürdürülmeye çalışırken, sürekli ocağın altına odun atanlar eksilmezken.
Bu puslu havada, hayatı boyunca cemaatlere düşman olanlar, inançlı insanlara hayatı zehir edenler, her nasılsa “cemaatçiliği” soyunmuş, nurlanmış, aklanmış, paklanmışlardı ve kuşandıkları zırhlarıyla tıpkı Gezi olaylarında olduğu gibi hükümeti devirmek için saldırdıkça saldırıyorlardı.
Hazır operasyon da vardı…
Üç bakan, bir banka genel müdürü, bir belediye başkanı ve çok sayıda bürokrat gözaltına alınmış, yolsuzluğun bini bir para olarak gösterilmişti.
Gözaltına alınanlar gerçekten suçlu da olabilirdi, suçsuz da. Yargılama sonucunda bütün bunlar belli olacaktı.
Ancak, bir anda gözaltına alınan, henüz ifade vermeyen, delil toplamaya bile yeni başlanmasına rağmen “suçlu” ilan edenler vardı.
Üstelik bunlar AK Parti’ye karşı olan bir değil “her kesim”di, Gezi kesimiydi…
“Yargıya güveniyoruz” dediler, yargıya müdahale edilmemesini söylediler ve hükümetin derhal istifa etmesini, yolsuzlukların hesabını vermesini emrettiler…
Yargıya güvenmeyenleri, yargıya güvenir hale getiren, suçlamanın yön değiştirmiş olmasıydı.
Yoksa bir gecede hukuk adamları toplanıp, adil yargılama konusunda hemfikir olmuş değillerdi.Yargı aynı yargıydı, hatta savcı aynı savcıydı, belki hakim bile “bizden olan”a göre ayarlanmış, “nöbet saati” kollanmıştı.
Ancak bu defa zarar edecek olan darbe yanlıları değil, muhalefet değil, kaostan beslenenler değil, bizzat AK Parti ve hükümetiydi.
O zaman, yargıya güvenilmeliydi.
Adalet mülkün temeliydi.
Ve adaletin kestiği parmağın acımaması gerekirdi.
Bu kadar ikiyüzlülüğe, bu kadar kıvırmaya pes!
Tweetimden seçmeler
Cemaat deyince Süleymancılar ve Nurcular aklıma geliyor; İslam'a hizmet eden, rant ve güç peşinde koşmayan tertemiz insanlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.