Mustafa OKUMUŞ
Sabır
Tanrı tüm yarattığı canlıları, güvenlik güdüsü ve organıyla donatmıştır. Tehlike anında kendilerini savunmağa çalışırlar.
İnsanoğlu kuşkusuz Tanrı’nın en ayrıcalıklı yarattığıdır. Ona tanıdığı yetenekler, sınırlı da değildir. Çünkü o, sürekli düşünür, araştırır. Atılım, değişim, gelişim ve üretim onun temel işlevidir. Bu nedenle insanoğlu daha çok tehlikeyi kendisi oluşturur, kendisine... Bu da onun korunmağa, gözetilmeğe daha çok muhtaç olduğunu gösterir, elbette.
Kaldı ki, insanoğlu kendi icat ettiği tekerlekli araçlara, hızı kontrol etmek, tehlike anında kullanılmak üzere fren sistemi koymuştur. Çok değişik ve karmaşık tehlike ve olumsuzluklara açık olan insanın, freni de sabırdır, bir bakıma. Onu yerinde ve zamanında kullananlar, riski en aza indirebilirler, değil mı?
Bana göre yaşamın, başarının ve mutluluğun bir ucu sabra dayanır. Tanrı insana sabretme gücü vermeseydi, tutkularına tutsak olur, başı dertten kurtulmazdı. Sabır her türlü olumsuzluğa karşı aşırı davranış ve tepkilerimizi frenler, bize zaman kazandırır. Bu zaman içinde düşünme, doğruyu bulma, duygu yoğunluğundan arınma fırsatı buluruz. Davranışımız, tepkilerimiz, akıl ve mantığın kontrolüne girer, normale döneriz, kanımca.
Yaşam bir bütündür. Onun ayrıntıları içinde salt güzellikler, iyilikler, yararlılar yoktur. Karşıtları da vardır. Her şeyin zıddıyla var olduğuna göre, bu da doğaldır, bence. Gülün dikeni, arının iğnesi olduğu gibi. Biri dünyanın en güzel çiçeği, diğeri dünyanın en tatlı besinini üretir.
Söz gelimi: Çocuklarımız var. Tanrı’nın bize en kutsal armağanları, yaşamımızın en tatlı değerleri, değil mi? Ama onların onca sorunları da var, çözüm bekler. Bir yaşam boyu kendimizi onlara adarız. Kendi gereksinim ve haklarımızı ikinci plana iterek. Sabırla özverimiz, iç içe, el ele yürür. Hep veririz cömertçe, gençliğimizi, olgunluğumuzu ve de yaşlılığımızı. Bu sınırsız özverinin kaynağı ne? Emek, sevgi değerlerini ifade eden sabırdır, kuşkusuz.
Kimi zaman fırtına, arkasından yağmur ve sel bastırır. Kimi zaman, yangın, deprem gibi afetler olur. Yağmura, sele, depreme ya da yangına karşı koyma olanağımız yoktur, eğer daha önce gerekli önlemleri almamışsak.
Ancak şunu gözardı etmememiz gerekir: Herşey zamana yenik düşer. Bu gibi durumlarda doğallığı korumak, sabırlı olmak, geçerli teknolojik olanaklarla savaşım vermek, en olumlu yoldur, sanırım. Paniğin karamsarlığın ve kaderciliğin olumsuzluklarından kendimizi koruduğumuz ölçüde, soğukkanlı ve akılcı yaklaşımlar ve çözümler üretebiliriz, değil mi? Ne demiş atalar: “Sabırla ekşi koruk, üzüm olur.”
İnsanlar arası ilişkilerde de yaşarız, bunları. Aile, çevre, iş, toplumsal alanda, fikir, çıkar, bölüşüm ve geleceğe bakış açılarında farklılıklarla karşılaşırız. Bu farklılıkların çoğu kısa dönemli fırtınalara benzer, gelir-geçer. Sabır, anlayış ve hoşgörüyü zamana yüklediğimizde, çoğu kez olumlu sonuçlar alırız.
Her silaha aynı silahla karşı koymak, kalıcı zaferler sağlamaz. En etkili silah, hoşgörü, bağışlama ve utandırmadır. En güçlü yargıçsa zamandır, bence. Sabretmesini bilen, genelde kazanandır. Kısa vadede şiddete dayalı kazanımların, uzun vadede daima kayıplara neden olduğu görülmüştür.
Sabrı denemeden, bir takım olayların üstüne aynı şiddetle gitmek, olumsuzluğu daha zararlı boyutlara taşımaz mı? Oysa yağmur er ya da geç dinecek, yeniden güneş doğacaktır. Hiçbir şey sonsuza dek sürmez.
İlişkilerimizdeki olumsuzlukları gidermenin önde gelen yöntemi, önce kendimizi sorgulayabilmektir. Bu bizi rahatlatabilir. Hoşgörü ve sabırla davranmak, kimi tepkilerimizi, zamana bırakmaktır. Zaman tepkilerimizi yumuşatır, kanımca. Çünkü: “Sabrın sonu selamettir.” Böyle diyor, atalar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.