Prof. Dr. Recep Dikici
Hazret-İ Mevlânâ’nın İslâm Medeniyetindeki Rolü
İslâm Medeniyeti, İslâm Dinini kabul eden milletlerin el birliği ile meydana getirdikleri ortak bir medeniyetin adıdır. Bu medeniyetin kuruluş ve gelişmesinde Araplar, İranlılar ve Türklerin büyük payları olduğu bir gerçektir. Günümüz Batı Medeniyeti, gelişmesini buna borçludur. Nitekim R.V.C. Bodley'in (Badli) (1546-1613) "Rönesansı İslâmiyet'e borçluyuz" sözü, bu gerçeği dile getirmektedir. İslâm medeniyeti, bilim alanında da, Türk, Arap ve Acem bilim adamlarının aracılığı ile büyük gelişmeler kazanmış, Ortaçağ boyunca Avrupa ve Asya ülkelerinde iz bırakan bilim adamlarının yetişmesine yol açmıştır.
Eğer bir medeniyetin eserleri ve manevi değerleri, düşünce alanında sağladığı zenginlikler ve gerçekleştirdiği maddi ilerlemeler ile belirtiliyorsa elbette ki, İslâmın ortaya çıkışından itibaren beş yüz yıllık bir devreyi, cihan tarihinin en büyük devirlerinden birisi olarak kabul etmek gerekecektir.
İslâm dünyasının, özellikle manevi alandaki bu olağanüstü gelişmesi, İslam inkılabının gücü ile, ruhundaki aksiyon kabiliyeti ve bunların yanı sıra bu medeniyetin öncülüğünü yapmış olan Arap ve Arap olmayan milletlerin parlak düşünce ve sanat yetenekleri ile birlikte, İslam'ın ilme verdiği değer ile açıklanabilir.
Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi vesellem) ve ashâb-ı kiram (rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn) bu doğup büyüdükleri ve çok sevdikleri Mekke ve Kâbe’den ayrılmak durumunda kalmışlardır. İslam davasının büyük miladı olan hicret, Allah’a ve O’nun sevgili Peygamberine gönülden bağlılığın bir ifadesi; hakka, hakikate, ilme, irfana ve medeniyete yolculuktur. Yardımlaşma, dayanışma, paylaşma, dostluk ve kardeşliğin ifadesi olan hicret, kardeşine kucak açarak onunla evini, yiyeceğini ve varlığını paylaşmanın; kardeşini himaye etme ve sahiplenmenin adıdır. Peygamberimizin hicretiyle Medine de medeniyet üretti. Kısacası onlara temiz bir toplumun nasıl oluşması gerektiğini göstererek insan onurunu, insanca yaşamı, Müslümanlığı ve medeniyeti öğretti.
Hz. Mevlana âilesi de Belh’den Konya’ya hicret ederek, İslâm medeniyetinin temellerini atmışlardır. Her medeniyetin ardında tebessüm eden bilgeler vardır. Selçuklu ve Osmanlı dendiği vakit de İbnü’l Arabî ve Hz. Mevlânâ’nın tebessümü göz ardı edilemez.
Ayrıca Anadolu’da binlerce saray, câmi, mescid, imâret, han, hamam, dârüşşifâ, medrese, hankah, türbe, künbet, çeşme, sebil, kervansaray, kale, sûr, ribat, mezar sandukası yapılmış idi ki, cepheleri, kapıları, pencere kenarları en güzel ve renkli yazılar ile süslenmiş, dâhilen ince tezyinat ile bezenmiş, bazıları Türk çinileri ile kaplı kubbe kenarları, minber ve mihrapları, şadırvanları Türk mermer taşişçiliğinin, kapıları ve kapakları Türk kakmacılığının ve oymacılığının en güzel örneklerini veren Selçuk çağının her hususta üstünlüğü ile mütenâsip vasıftaki bu eserleri yakından tanımak için yalnız Anadolu’yu hatta yalnız Konya şehrini görmek kâfidir.
Kültür ve sanat merkezi olan Konya, 1097-1308 yılları arasında Anadolu Selçuklularının başkenti olmuştur. Selçuklular devrinde bilhassa Alâeddin Keykûbâd ve II. Kılıçarslan zamanında Konya, ihtişâmının en yüksek noktasına ulaşmıştır. Selçuklular döneminde “Altın Çağını“ yaşayan Konya, Türk âleminin en önemli kültür merkezi olmuştur. İslâm dünyasının ilim ve sanat adamları burada toplanmış, büyük imârlar yapılarak mâmure belde hâline gelmiştir. XIII. asrın ikinci yarısından itibaren Moğol faaliyet ve zulmü ile çeşitli siyâsi, iktisâdi ve sosyal çalkantılar baş göstermesine rağmen, Konya ve çevresindeki kültür faaliyetleri devam etmiştir. Mevlâna’nın bu devirde ortaya çıkması ve oğlu Sultan Veled’in Mevlevî tarikatini babası adına kurması ile, Türk tasavvuf ve güzel sanatlar tarihinde yeni bir merhale başlamıştı.
Diğer taraftan medrese vakıfları sâyesinde, gerek öğreticiler, gerekse talebeler maddî sıkıntı çekmezlerdi. Konya medreselerinde, Selçuklu devrinde, her sınıfta ortalama 20-40 kadar talebe bulunuyordu. Medreseler, genellikle üç devre halinde öğretim yaparlardı. Medreseler sâyesinde, Konya’da kalabalık bir talebe zümresi birikmiş olmalıdır.
Moğol baskısından kurtulmak, tasavvufî, fikrî ve ilmî bir ortamda bulunmak, Konya Kütüphanelerindeki değerli eserlerden istifâde etmek gibi birçok sebeplerle Konya’da yaşayarak, XIII. yüzyılda Konya’daki kültür faaliyetlerine katkıda bulunan seçkin ilim adamları da büyük önem arz etmektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.