Fethiye Kutlu
Sultan Bacı
Sevinçlerinde de, acılarında da, derinlere kök salan bir ağaç gibi dik durdu hep.
Ufak tefek, zayıf narin bir bedeni, beyaz teni, hokka burnu, fındık ağzıyla güzeldi Sultan.
Genç kızken kocası Mehmet’in kendisine nasıl kur yaptığını anlatırdı.
Çeşmeye su taşımaya giden Sultan, aceleyle kovalarını doldurmaya çalışırken, kendine seslenen erkek sesiyle, irkiliyor birden. “ Bir tas su ver de serinleyelim.” Başını kaldırıp bakıyor. Yusuf Kahyalar’ın yakışıklı oğlu Mehmet, doru bir atın üzerinde kasım kasım kasılıp, kendine seslenen.
Şöyle bir bakıp,
“ Su akıyor gözün bakıyor. İn kendin al iç.” Bir kızdan beklenmeyecek bu hazır cevap karşısında, afallıyor, bozuluyor. Atını döndürüp hızla uzaklaşıyor oradan Mehmet.
“O Yusuf Kahyalar’ın oğluysa, ben de koskoca Abacılar’ın kızıyım.Erkeklere çok yüz vermeyeceksin. Kızlar nazlı bir çiçektir.” Diyerek, kendisini dinleyen genç kızlara, kadın erkek ilişkilerinin sırlarını anlatırdı.
*****
Mehmet’in anası Emine kadın, eteği belinde Anadolu kadınıdır. Titizdir, temizlik hastasıdır.
Sabahları, ayran yayar koca yayıkta. Mahalledeki memur evlerine de, birer sitilin içine, birer topakta tereyağı koyup ayran göndermeyi ihmal etmezdi hiçbir zaman. İzzet ikramı severdi.
Emine kadın bir sabah ayran yayıyor yine. Emir kulu Sultan gelin de verilecek emirler için hazır ol da bekliyor. Birden öksürüveriyor Sultan. Vay sen misin öksüren. Emine kadın kıyameti koparıyor. Sultan gelin saklanacak delik arıyor, binbir azar arasında. Koca yayığı döktürüyor, yayığı da bir güzel yıkatıyor garibe.
Emine kadının yanında gelin olmak zordur. Her yer kilit altındadır. Onun haberi olmadan kuş uçmuyor evde.
Sultan hamile kalıp aşerdiği zaman canının çektiği hiçbir şeye de erişemiyor. Yemek yapılırken dolap kilitleri açılıyor. Yemek malzemeleri alındıktan sonra, yine dünyaya kapatılıyor. Dolapların açıldığı bir sırada bir avuç bulguru iç cebine atıp, daha sonra ağzında çiğ çiğ kısır yapmışlığı da oluyor, bir parça domates de katarak.
Doğum yaptığında komşular hayırlı olsuna gidiyor. Lohusa olan Sultan gelinin kapının arkasında el pençe durup kendilerine hizmet etmesi karşısında içleri acıyor ama bir şey söyleyemiyorlar. Günlerce bu acımasızlık konuşuluyor mahallede.
Eski kayınvalidelerin kendi yaşadıklarını, gelinlerine yaşatma geleneğinde yanıp kavruluyor, böyle büyüyüp olgunlaşıyor Sultan.
Ayrı eve çıktıklarında yeşerip dal budak salan ağaç çiçeğe duruyor, sevinç, neşe saçıyor yaşama. Sultan gelinin içindeki sevgi dalları, yaşamındaki herkesi sarıp sarmalıyor.
*****
Komik olayların da tahtında oturuyor Sultan bacı.
Hacı kızlar ağabeylerini trafik kazasında kaybediyorlar. Durdu Abacının oğlu. Belirli makamlara gelmiş değerli bir kayıptır. Sultan bacının da amcazadesidir. Acıları anlatılamayacak denli büyüktür. Taziyeye gelenlere Sultan bacı da hizmet ediyor. “ Sultan bacı ocağı söndürüver.” sözü üzerine, ocağa gidiyor. Ocak, bir masanın üstünde. Milangaz yeni çıkmış. Nasıl söndürülür, nasıl yakılır bilmiyor. Ocağı söndürmek için üflüyor üflüyor, ocak söneceğine daha da alevleniyor. Sultan kan ter içinde. Bu manzarayı gören acılı insanlar gülümsemekten kendilerini alamıyorlar. Bir gülüşmedir gidiyor. Sultan bacı çok mahcup, “Gadasını alayım. Ne bilirim böyle ocağı ben.” Diyor.
******
Sultan bacı, Ankara’da üniversitede okuyan oğluyla Ankara’ya giderken ihtiyaç molası veriliyor. Oğlu annesini tuvalete götürüyor. Sultan bacı işi bitip dışarıya doğru yürürken arkasından “ Hanımefendi hanımefendi.” diye ses duyuyor kime diyorlar diye dönüp arkaya bakıyor. Bir adam, kendine sesleniyor. “ Buyur edem .” diyor.” Para vermediniz.” diye cevaplıyor adam. “ Aman edem bu da mı parayla.” diyor. “ Evet” diyor. Sultan bacı çok şaşırıyor. Üstünde para yok. “ Edem bu da geçmişlerinizin hayrına olsun.” Adam “ Bok da mı? Geçmişlerin hayrına geçermiş. Allah Allah” diye söylenirken, Sultan bacı çoktan uzaklaşıyor oradan.
Bu olayı anlatıp, “ Anam bu şehirliler, utanmadan her şeyden para alıyorlar.” Diye tepkisini ortaya koyuyordu.
*****
Ankara’da oğlu Menderes, annesini gezdiriyor. Sultan bacının okuması yazması yok, şehir görmüşlüğü de. Alışveriş için bir mağazaya giriyorlar. Biraz bakındıktan sonra, beğendiği bir hırkanın fiyatını, çok şık giyinmiş genç kıza soruyor “Kızım bunun fiyatı ne ki?” Kız cevap vermiyor. Bir daha soruyor, cevap yok. “ Kızım niye cevap vermiyon.” Yine cevap alamayınca kıza dokunmak istiyor. Kız yerde, kolu bir tarafa kız bir tarafa düşüyor. Sultan bacı çok korkuyor. “ Menderes oğlum koş kıza bir şey oldu.” Anasının sesiyle koşup yanına geliyor. Manken yerde kolu kopmuş. “ Ne yaptın ana?” “ Kız cevap vermeyince biraz ittiydim. Ne oldu anlayamadım.” Anasına, “ O canlı değil manken.” Oğlu gülsün mü ağlasın mı?
Mağaza çalışanlarının gülüşmeleri, “ Zararı yok, önemli değil biz hallederiz.” sözleriyle, mahcup, alışveriş yapmadan, mağazadan çıkıyorlar.
*******
Sonbahar, kışlık kuruların yapıldığı mevsimdir. Tüm sebzeler ayıklanır kurutulur. Bazı meyveler de, hoşaf yapmak üzere, kuruların yanında yer alır. Çetin geçen kışlara hazırlıktır.
Sultan bacı, akşamüstü evinin önünden el arabasında patlıcan satan sebzeciyi durduruyor. “Edem patlıcanlar kaç lira?” “ Bacım şimdiye kadar elli kuruştan sattım. Sana kırk kuruştan veririm.” Sultan bacının hesabı yok. “ Niye edem, herkese elli kuruştan veriyon da, bana kırk kuruştan, yok almam, bana da elli kuruştan vermezsen.” Satıcı şaşkın. “Olur bacı.” Kilosu elli kuruştan yirmi beş kilo patlıcan tartıp veriyor. Sultan iyi pazarlık yaptığından emin, mutlu.
Akşam kocası Mehmet eve geliyor.
“ Mehmet, sen hiç alışveriş yapmayı, pazarlık etmeyi bilmen. Ben bugün kuruluk patlıcan aldım. İyi de pazarlık yaptım.”
“Peki, kaça veriyordu kaçtan aldın.”
“ Herkese kilosunu elli kuruşa satmış. Bana kırktan verecekti. Niye edem beni mi kandırıcın? Bana da elli kuruştan verirsen alırım dedim. Elli kuruştan da aldım. Sen olsan kırk kuruştan alırdın.”
Kocası Mehmet de çok şakacı.
“ Hakkat çok iyi alışveriş yapmışsın.” Bu sözler karşısında, Sultan çok gururlu, gülümsüyor.
******
Bir sabah elini yüzünü yıkarken diş macununu görüyor. Krem diye alıp yüzüne sürüyor. Yüzü gerildikçe keyifleniyor. Bakıyor krem yüzünde öyle bembeyaz duruyor. Cildi emmemiş. Kremi çıkarmak için, yüzünü yıkıyor. Yıkadıkça krem köpürüyor. Çok sinirleniyor. İçeri kızına sesleniyor. “ Kız Fatma gel, hele.” Fatma koşarak yanına geliyor. Anasının yüzü, köpük içinde. “ Bu kremi nasıl kullanıyorsunuz böyle köpük köpük.” Azarı işiten Fatma’yı gülme krizi tutuyor.
*******
Kocası hapse girince de, çocuklarının başında, gölgeli, büyük ceviz ağacı olmayı bildi. Kimseye muhtaç olmadan çalıştı, çocuklarına yokluğu yaşatmamak için.
İçi acıyla dolup taşsa da, güzel yüzünden tebessümü eksik olmadı. Geceyi aydınlatan ay da olabilir, etrafı ışığa boğan güneş de…
Neşelere, kahkahalara çiçek açtırırdı.
Oturduğu mahalle, Saray sinemasına yakındı. Sokak dolar dolar boşalır, İstiklal Caddesini aratmazdı. Sinemanın hoparlöründen yayılan günün moda şarkıları, Sultan bacının etrafa neşe saçmasına eşlik eden orkestra olurdu.
Mahallenin neşesinin olduğu denli, sorunlarının da odağıydı.
Mahalleye kız kaçırıp getiren gence de, camiye bırakılan bebeğe de sahiplenmeyi görev bildi.
Göksun’dan bir Sultan bacı geçti, kalplere sevgi tohumları ekerek…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.