Anne! Benim püsvekitim nerede?

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bisküvi reklamlarına ilişkin tepkisi, günlerce sosyal medyada, “Osmaniye aksanı” nedeniyle mizah unsuru olarak kullanılmıştı.  Bisküvi reklamını izleyen çocuk, evde bisküvi bulamayınca “Anne! Benim püskevitim nerede?” diye soruyordu, Bahçeli de bunun haksızlık olduğunu söylüyordu…

Konumuz, bisküvi veya püskevit değil, genel olarak “iştah açan” reklamlar, filmler, dizler, haberler ve daha neler neler…

Ve dondurmayla fuhşu teşvik etmek…

***

Hak kavramına bakışımı değiştiren, hayatımın akışını da farklı yöne götüren, ilk gençlik yıllarında okuduğum bir yazıydı. O zaman İnsan dergisinde yayınlanan ama şimdi ne yazarının, ne de yazının başlığını hatırlamadığım yazıda, vitrinlere konan yiyeceklerin, insan hakkı ihlali olduğu çok güzel şekilde irdeleniyordu.

Kebap-döner yiyemeyecek durumda olan bir insan için, vitrinde kızarmış döner, tavuk ve kebap çeşitleri birer zulümdü…

Yemesi çok zor olanlar için vitrindeki şerbeti akan baklava sergilemek zulümdü.

Böylece devam edip giden bir yazıydı ama bu,  her gün önünde yüzlerce kez geçmek zorunda olduğumuz ama pek farkına varamadığımız bir hak ihlalin açık seçik anlatımıydı…

O zamanlar televizyon böyle yaygın değildi ve zaten olan da renkli değildi…

Ama vitrinler, şimdiki gibi o zaman da renkliydi…

O yazıdan sonra, mahallemizdeki, şehrimizdeki, yanı başımızdaki, az ilerimizdeki vitrinlere bakıp bakıp yutkunan insanların günahına girenleri düşündüm…

Sadece dükkân sahibi değildi elbet, sosyal olamayan insanlardı, sosyal yardım yapamayanlardı, devletti, işverendi, komşusuydu, arkadaşıydı, akrabasıydı…

Zekâtını vermeyen, fitresini esirgeyen, sadakayı unutan, açın halinden anlamayan toklardı…

Genel olarak “hak” kavramına bakışım, o günden sonra değişmişti.

Ama bir yazıyı okuduğunda değil, o yazıyı okuyup, örnekler üzerinde sıkı bir kafa yorunca…

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Benim püskevitim nerede?” türü Osmaniye şivesi, siyasiler ve sosyal medya meraklıları için hoş bir malzeme oldu ama onun altında yatansa hiç irdelenmedi.

Çocuğuna şeker alamayacak babanın, her gün, her saat, her dakika farklı farklı kanallarda yayınlanan ve çocuğunun mızmızlanmasına cevap verememesi pek de hoş bir durum değildi…

Sadece o değil tabii…

Sokakta kalan, kıt kanaat geçinen, karın tokluğuna çalışan veya eşinin az geliriyle yetinmek zorunda kalan kadınlar ve çocukların sokak ve caddelerde yürümesiyle bile nasıl bir hak ihlali yaşandığını düşünmek gerekiyor.

Elbette vitrinler yasaklanmamalı, kebap, tavuk ve döner kızarıp durmalı, şekeri damlayan ve “ye beni” diyen baklavaları en narin haliyle vitrinde olmalı.

Çok daha başka yiyecekler de…

Mesela dondurma…

Sorun, ürünün sergilenmesi değil…

Çünkü ürünler, satış için sergilenir, alıcı bulması gerekmektedir, satıcı kazanmalı, evine ekmek götürmelidir.

Ama sorun, alacak durumda olmayanların, en temel ihtiyaç olan ürünlere kolay ulaşmasını sağlayacak bir devlet, bir kent, bir topluluk, bir aile, bir arkadaş bulunmamasıdır, yeterli olmamasıdır…

El uzatan olmaktır kısaca, eli iten değil…

Ama dondurma başka…

Emine Şenlikoğlu, dondurma reklamlarına kafayı takmış…

Benim gibi değil elbet…

Dondurmayı çok seven birisi olarak, “alamayanlar” için üzülür ve sergilenmesini de hak ihlali kabul ederim ama Şenlikoğlu, farklı açıdan yaklaşmış.

Ona göre dondurma firmalarının esas amacı satış değil, cinsellik…

Dondurmayla aynı zamanda fuhşun reklamının yapıldığını söylüyor.

Fuhşun normal gösterilmeye çalışıldığını anlatmaya çalışıyor.

Ve ahirette davacı olacağını söylüyor.

Yanlıştır denmez elbet…

Çünkü “detone sesli” şarkıcı bile albümünü satmanın yolunun cinsellikten geçtiğini öğrenmiş…

Kapitalist sistem, ürünü satmak için “duyguları sömürmeyi” esas almıştır.

Bunda asla sınır yoktur ve bunun savunucusu da çoktur.

İnsanların her türlü duygusu sömürülmeli, her türlü arzuları kabarmalı ve her türlü zaafları harekete geçmeli ki, Pazar çalışsın…

Kapitalizmin esas amacı, ürünü satmaktır, gerisi mubahtır…

Ancak, Şenlikoğlu gibi “fuhuş reklamı” yapıldığını söylemek mümkün değil.

Sadece “kadını cinsel bir meta olmaktan öteye götürmeyen” bu zihniyetin, olmazsa olmaz argümanıdır ve o argümanı korumak için direnen büyük bir sektör ve onun zihniyeti vardır…

O reklamı eleştirdiğinizde belli bir kitlenin ayaklanacağı ve çıplak olarak dondurma yalayacaklarından eminim…

Çünkü onlar “sömürüldüklerini” bilmeyen ve “haklarının asıl nerede yendiğinin” farkında olmayanlar olarak hep özgürlüğümüzün ve insanca yaşamamızın karşısında olacaklardır.

Onlar özgür olduğunu sandıkça biz özgürlüğün ne demek olduğunu anlatmakta zorlanacağız.

Esas mesele, insanların “kullanıldıkları” yerleri iyi bilmeleri ve “sömürüldükleri” alanların da farkına varabilmeleridir.

Yoksa ne reklam yasaklanmalı, ne vitrinler karartılmalı, ne de güzellikler gizlenmeli…

Sadece neyin, niçin olduğunun bilincinde olunmalıydı, gerisi çok kolaydı…

 

Tweetimden seçmeler

Diyarbakır’daki kazayı veren TV’ler, anlaşmış gibi Kürt sanatçı Rojin.. “ demeleri ırkçılıktır. Diğerlerine “Türk sanatçı” deniyor mu?

www.naifkarabatak.net

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi

Mantı

12 Ağustos 2024 Pazartesi 16:20