Naif Karabatak
Bakıyoruz ama göremiyoruz!
Gözümüz var diye, içinde yaşadığımız şehre, ait olduğumuz siyasi partiye, görev aldığımız sivil toplum kuruluşuna, aidiyetimiz olan tüm oluşumlara, gözümüzde büyüttüğümüz veya küçülttüğümüz tüm siyasi figürlere, sanatçılara, yazarlara, gazetecilere, idarecilere, yöneticilere baktığımızı, hatta gördüğümüzü sanıyoruz ve işte orada hepimiz yanılıyoruz.
Bakmakla görmenin farkını binlerce yıl anlatır durur filozoflar. Bununla ilgili yazılan yazılar, ortaya konan eserler, ciltler dolusu kitaplar hepsi de bakmakla görmenin arasındaki derin uçurumu veya ince çizgiyi anlatmaya çalışır.
Hazreti Mevlana, bakmakla görmek arsındaki farkı anlatırken, “Senin baktığına herkes bakıyor; ama ya görebildiğini herkes görebiliyor mu?” diye sorup,
“Aralarındaki tek fark sensin” derken, aslında farkın kişinin kendisinde olduğunun altını çiziyor.
Yoksa Allah hepimize iki göz vermiş. Kimi doğuştan görmüyor, kimi sonradan geçirdiği bir hastalıktan veya kazadan dolayı. Bunun dışında kalanların hepsinin gördüğünü farzederek yanılıyoruz.
Aslında görmüyoruz.
Hepimiz bakmak istediğimiz yere bakıyor, görmek istediğimizi görüyor veya gördüğümüzü sanıyoruz.
Bakmak, aynı zamanda bir olaya, bir kişiye, bir nesneye, bir devre, bir kavgaya şahitliği ifade eder. Bir olayı görüyorsanız, o olayın aynı zamanda tanığısınız demektir.
Bir devri yaşıyorsanız, etrafınızda olan her şeyi görüyor, duyuyor, belki dokunuyor, belki tadına bakıyor, belki kokusunu bile alıyorsunuz demektir.
Bakmak, salt görmektir.
Bakınca görürsünüz.
Gözünüzü kapatmadığınız müddetçe gözünüzün görme alanı içerisinde olan her şeyi görmeniz mümkün.
Yoldan birisi geçtiğinde görürsünüz.
Bir araç geçince, hatta bir araç kaza yapınca, durunca, inen biri olunca, birisi gelince, diğeri gidince.. Gözünüzün görme alanında olan her şeyi herkes görür.
Ama bu salt bir bakıştan ibarettir.
Bakmaktır bir başka deyişle, görmek değil.
Görmek, bakmaktan çok daha kapsamlıdır.
Bir aracın kaza yaptığını, orada olan herkes görebilir.
Gözü olan, bakmayı bilen herkes görür ama buna rağmen polisler suçun kimde olduğunu öğrenmek için uzun bir araştırma, inceleme yaparlar.
Çünkü olan bir kazadır ama o kazanın olmasına sebep olanlar bakmakla değil, derin bir görmeyle mümkündür.
Cinayetler de böyle aydınlanır, siyasi manevralar da, insanların ikiyüzlülüğü veya dostluğu da…
O zaman her şeye salt bakarken, olaylara, kişilere, şehirlere farklı bakmak, bir başka deyişle ruhunu anlamak için görmek gerek.
Görmek, sadece gözle değil, akılla, kalple de desteklenir.
Akıl, kişinin gördüğü eğitim, yetiştiği yer, aldığı kültür, edindiği bilgi ve kazanımlarla daha da kapsamlı hale geliyor. Akıl, dağdaki çobanda da ‘yeteri kadar’ var, üniversitedeki profesörde de ‘yeteri kadar’ var.
Herkes kendine yeten kadar akıllıdır. Belki de kendisini akıllı sandığı kadar yeterlidir.
Bir de feraset vardır, görmeyi sağlayan.
Feraset, akıldan daha ileri değildir ama aklın daha doğru düşünmesini sağlayan tecrübeleri de içerisinde barındırır. Perdenin gerisini görmektir belki de feraset.
Sonra kalp gelir; içerisinde iyilik ve kötülüğün olduğu.
Görürken, vicdan devreye girer, merhametiniz varsa onla da bir para görürsünüz. Kininiz görmenizi şekillendirir. Sevginiz şekillendirir, nefretiniz şekillendirir.
Bakmak için hiçbir çabaya gerek yok; Açın gözünüzü, bakın gözünüzün görme alanı boyunca. Hatta sağa dönün, sola dönün, geriye doğru bir nazar edin, sonra yönünüzü değiştirin. Gördüğünüz sadece görme alanında gözünüze çarpandır.
Bakmak öyle değil; emek ister, yürek ister, cesaret ister, yüzleşme ister.
Görünce, doğru bildiklerinizle yanlış bildiğiniz bile yer değişebilir.
O güne kadar doğru bildiğiniz yanlış, yanlış bildiğiniz doğru olabilir.
Ama bunun için bakmanız değil, görmeniz gerekir.
Belki de sanatçılar, siyasetçiler, yazarlar, çizerler, ince eleyip sık dokuyanlar bizden çok farklı baktığı için anlaşamıyoruz/anlaşılamıyoruz.
İçinde yaşadığımız şehre, ait olduğumuz siyasi partiye, görev aldığımız sivil toplum kuruluşuna, aidiyetimiz olan tüm oluşumlara, gözümüzde büyüttüğümüz veya küçülttüğümüz tüm siyasi figürlere, sanatçılara, yazarlara, gazetecilere, idarecilere, yöneticilere bakmayıp, görmeye çalıştığımız zaman farklı görmeye başlarız.
Yoksa sadece görürüz; gözü olan herkes gibi.
Gözümüz olsun veya olmasın, biz bakıyoruz, gören gözlere inat.
Biz görmüyoruz ama görür gibi bir birimizle kavga ediyoruz.
Bakıyoruz ama göremiyoruz, hayatın bütün gerçeklerini…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.