Naif Karabatak
Ben neymişim be abi!
Kahvede bir köşeye sinmiş, garsonun görüp, “ne içersin gardaş?” sorusuna muhatap olmamak için kendisini kendisiyle gizlemişti. Hep öyle yapıyordu zaten. Dıştan bakan “cebi dolu” birisi olarak düşünebilirdi ama işte çay içecek parası bile yoktu.
Derken şık giyimli birisi yaklaştı yanına…
“Vayyy” dedi, “memleketimin medarı iftiharı buradaymış.”
“Eyvah” dedi köşeye sinen adam, “eyvah ki, ne eyvah.”
“Şimdi çay ısmarlamak da lazım”
Hava soğuktu, dışarısı buzdu, tıpkı buzdan kalbi olanlar gibi.
Hafif bir kar yağıyordu, insanlar karın güzelliğini seyrederken, iki ellerini de ceplerine koyarak boyunlarını içine çekip, kahvenin önünden gelip geçiyorlardı.
Çocuklar karı görmek için dışarı çıkmışlar, beyaz gelinliğiyle adeta farklı bir kente bürünen memleketlerini seyre dalmışlardı.
Memleketlerini güzel eden kar mıydı yoksa zaten güzel olan memleketlerine kar mı yağmıştı, bilmiyorlardı.
“Nasılsın?” sorusuyla kendine geldi, köşeye sinen adam…
Nasıl olacaktı, ısmarlayacak bir çay parası, minibüse binecek dolmuş parası yoktu, daha nasıl olsundu…
Daha nasıl olsundu, sabah çocuğuna harçlık bırakamamış, eşinin siparişini almamak için sessizce sıvışmıştı.
İlk kez cep telefonunun kapandığına sevinmişti.
Eşi arayıp, siparişleri not ettirmeyecek, bir bir tembih etme şansını da bulamayacaktı.
“İyiyim” dedi, kötü durumuna inat…
Başka ne diyebilirdi ki, o memleketin medarı iftiharı değil miydi?
“Ne olacak bu memleketin hali” sözünü hiç duymadı, ne vardı ki memleketin halinde?
Kendi hali yeterince kafasının içini dolduruyor, sorunlar yumağında boğuşmaktan memleketin çıkan çivisiyle ilgili tek kelam etmeye mecali kalmamıştı.
“Aslında suç sizde be gardaş, hani kusura bakma ya” dediğini de pek duymadı.
Gerçekleri ortaya dökme görevini yerine getirmesi gerekiyormuş.
Rüşvet varmış, yatırım yokmuş, halka kötü muamele yapılıyormuş.
“Siz susmayın” dedi adam, konuşmasını salık veren bir sürü laf etti ama köşeye sinen adam, garsonun gelmemesi için dualar ediyordu.
Dışarısı soğuktu, soğuk yürekler gibi…
Kahvede kalmalıydı, sindiği köşesinde zaman doldurmalıydı.
Ama bu adama da bir cevap vermek gerekiyordu, merhum Abdurrahim Karakoç’un şiiri geldi aklına “şey” dedi yutkundu, eğdi başını…
Bereket adamın telefonu çaldı, çay içmeye vakti yoktu, hemen sıvışmalıydı.
“Ama” dedi giderken, “bu sorunları unutma” diye tembihledi.
Unutmuyordu ama kendi sorunlarını…
Neyse iyi kurtarmıştı paçayı.
Ya bir de çay isteseydi, garsona nasıl ödeme yapacaktı?
***
“Vayyyy” diye bir başka ses duydu.
Sesin sahibine bakmak bile istemedi ya, ayıp olmasın diye vayyylı adama baktı. Tanımıyordu ama onun kendisini tanıdığını çok iyi biliyordu.
“Yalaka seni” diye aşağılayan bir ses tonuna iğrendi birden, iliklerine kadar titredi.
“Sizin gibi yalakalar yüzünden bu memleket bu hallerde. Siz cebinizi doldurun, memleket bu hallere gelsin” dedi adam çekti gitti.
“Cebi dolu” kısmını duymuştu ama kimin cebi dolmuştu pek kavrayamadı.
Yalak mı, acaba kimden bahsediyordu, yine kim aşağılıkça yalakalık etmişti birilerine…
Önemsemedi, köşeye sinen adam olarak kalmak bugün çok daha iyiydi.
“Heyttt canım benim” haykırışıyla yeniden köşesinden kıpırdadı.
“Sen var ya sen” diye bir övgü başladı ki, sormayın.
“Siz bu kentin medarı iftiharısınız, siz yüz akımız, yürek sesimizsiniz. Kalk burada, ne diye oturuyorsun. Bak bugün sizin gününüz” dedi.
Yahu kimdi bu, neler yumurtluyordu?
“Boş ver” dedi, adama yer gösterdi ama garsonun bir kez daha kendisine yardım etmesini istedi içinden ve sessizce…
“Çok kutsal bir iş yapıyorsunuz be!” dedi adam, elini köşeye sinen adamın dizine vurarak.
“Siz olmazsanız bu ülkede ne demokrasi olur, ne insan haklarını önemseyen” diye bir sür hak ve özgürlüklerle ilgili konuşma yaptı.
Sonra kurumları çalıştıran da oydu, siyasilere haddini bildiren de, STK’ları harekete geçiren de…
Çok önemli bir meslek icra ediyordu ki, kuvvet sıralamasında birinciliğe kadar yükseldiği dönemler vardı.
“Senin yerinde olmak isterim be!” diye dizine bir şaplak yediğinde, “buyur, ben kalkayım, sen otur” diyecekti ki, garsonun görmesinden korkup, bir kez daha sindi, “şey” deyip yutkunmaya gerek de duymadı.
Adam anlattı, köşeye sinen adam aradan bazılarını duydu.
Adam övgüler dizdi, köşeye sinen adam eşinin siparişleri için akşam ne cevap vereceği üzerine kafa yordu.
Adam bir övdü, bir övdü ama köşeye sinen adam “ben neymişim be abi!” diyemeden, çocuğuna bırakamadığı harçlığın acısını yüreğinde hissetti.
Ve adamın cep telefonu çaldı…
Demek onun da “ödenmemiş faturası” yoktu.
Acele gitmesi gerekiyormuş, giderken “10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günün Kutlu olsun üstad” dediğini duydu ama onla meşgul olamayacak kadar köşesine sinmişti.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.