Naif Karabatak
Bu Kavga, Cumhuriyetle Demokrasinin Kavgasıdır!
Aslında her şey çok güzel başlamıştı. Yeşili ve doğayı seven insanlar, İstanbul Taksim meydanındaki Gezi Park’ta yerinden sökülen ağaçların taşınmasına razı olmamıştı. Parkta çadır kuran, piknik havasında ağaçları korumak için nöbet tutan insanların tek derdi, yeşildi, doğaydı, çevreydi ve biraz da sosyal aktiviteydi. Çok güzel görüntüydü; Çimlere uzananlar, oyun oynayanlar, uyuyanlar, uyananlar ama hepsinin derdi yeşildi.
İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi ve Emniyet müdürü, nasıl bir eğitim almışlar bilmiyorum ama birden bire bu insanları dağıtmak için en kolay ve en iğrenç yola başvurdular; gaz sıktırdılar. Polis her zamanki gibi acımasızdı, sakin olamıyordu, ipin ucunu kaçırıyordu.
Oysa İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın, parka kadar gelerek çevreci gençlere “orada neler yapmak istediklerini” anlatsaydı, parkın şu anki durumdan nerelere gideceği konusunda yüksünmeden bilgi verseydi hiçbir sorun olmayacaktı.
Oda TV’nin, Ulusal Kanalın, Halk TV’nin ve nihayetinde CHP’nin henüz “nemalanma” şanslarının olmadığı çok masumane bir eylem, bir anda bütün karanlık güçlerin nemalanacağı eyleme doğru yol aldı ve oradaki yeşil sevdalılarının amacı, başkalarının kirli amacına dönüştü.
Elbette güçlü bir iktidar elde eden başbakanın “geri adım atmama” ısrarıyla her zamanki “yaparım, ederim” lafları da fitili ateşledi. Oysa halkın istemediğini yapmak, iktidarların görevi değildir. Hatta bu iyi bir şey olsa bile.
***
Ve sonrası elbet…
Ortalığın savaş alanına dönmesi, Taksim’den diğer ilçelere ve hatta kentlere yayılması. Yayıldıkça “sahiplenen”de artmaya başladı. Puslu havayı seven tüm karanlık güçler, bundan nasıl faydalanacaklarının derdine düştü. Hatta CHP bile hiç elde edemeyeceği iktidarı buna bağladı.
Israrla bunun bir halk ayaklanması, demokratik bir tepki ve doğayı sevme olduğu söylendi ama kimse inanmadı. Çünkü inandırıcı değildi. Yeşili koruyanların, çevreyi tahrip etmesi, hiç suçu olmayan esnafların dükkânlarını yakması, yağmalaması, hatta başörtülü kadınlara hakaret edilmesi, insanların tartaklanması, eylemin demokratik tepki değil, darbe kalkışması olduğunu ortaya koyuyordu. Özgürlükten dem vuranların, insanların özgürlüğünü kısıtlaması, yaşam alanlarını tahrip etmesi, korku salması, terör estirmesi gerçek amaçlarını ve iğrenç emellerini ortaya koyuyordu.
Zaten sosyal paylaşım sitelerinde “gezi parkının” bahane olduğunu açıkça söylüyor, halkı kışkırtıyorlardı; “halen anlamadınız mı?” diyerek asıl amaç açığa vuruluyordu. Ve Oda TV, tweetle orduyu göreve çağırıyordu. Tıpkı Cumhuriyet Mitinglerindeki gibi…
12 yıldır iktidarda olan AK Partiye karşı olan herkesin alanlarda olması, sandık yenilgisini hazmedememenin bir tezahürüydü. Bu oyuna tek gelmeyenin MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli olmasıysa dikkat çekiciydi. Bahçeli, ülkücü gençleri terörist gibi sokağa çıkartmadı.
Zira sokağa çıkanların derdi başkaydı, onlar demokrasiyi istemiyordu. Çünkü demokrasiyi hiç hazmedememişlerdi. Cumhuriyetçiydi hepsi, laik olduklarını söylüyorlardı Atatürkçülerdi ve üstelik Kemalistlerdi. Bu onlara yetiyordu. Gelişme, büyüme, hak, hukuk, insanca yaşama, demokratikleşme, barış ve kardeşlik değil, kendilerinin tabu haline getirdiği ve hiçbir işe yaramayan içi boş, kof kavramların ardına sığınarak ülke inşa etmeye kalkışıyorlardı ama daha iyiye değil, 1940’lı yıllara…
Çünkü Cumhuriyet, her şekilde olabilirdi. Kaddafi de olsanız, Saddam gibi zulmetseniz de, Esad gibi halkı öldürseniz de “Cumhuriyet” olabilirdiniz.
Ama demokrat olamazdınız. Bunun için demokrasiye ihtiyaç vardı. İşte sorun, demokrasinin gün geçtikçe kökleşmesiydi. Demokrasi kökleştikçe tek parti zihniyeti tarihe karışıyordu, antidemokratik oluşumlar gidiyor, derin devlet yok oluyor, terör örgütleri kayboluyordu. İnsanlar barışa doğru yol alıyor, her gün ölen insanlar bulunmuyordu.
Elbette AK Parti sütten çıkmış ak kaşık da değildi, her yaptığı icraat da doğru değildi. Tıpkı diğer iktidarlar gibi ama onlar demokrasi getirmemişti hiç, denemeye kalkışmamıştı, ucundan deneyenler suikastlara kurban gitmişti. Zira demokrasi, cumhuriyetçilere bir beden değil, çok fazla bol geliyordu, hazmedemiyorlardı, kabullenemiyorlardı, halkın iktidar olabilecek olmasını içine sindiremiyorlardı.
Sokaklara çıkanların terör estirmesi, belki onları hemencecik terörist yapmayabilir. Çünkü nereye gittiğini bilmeyen insanların olduğunu da biliyorum. Amaç, hükümeti protesto etmekse bu en doğal şekilde yapılabilir. Herkes hükümetlerin aldığı kararlarla ilgili olumlu-olumsuz görüş bildirme, yaşanan sıkıntıları protesto etme hakkı vardır.Ama darbecilerin oyuncağı olduğunu anladığında iş işten geçmiş olabilir.
Günlerdir yoğun mesai harcayan Silivriseverler, Oda TV, Halk TV, Ulusal TV ve Sözcü gazetesinin başını çektiği bir karanlığa doğru yol alıyorlar. Yalan haberler, manipüle edilen gerçekler, başka olaylara hatta ülkelere ait resimlerin yeniymiş gibi yaymalar, hep o kötü niyetin üründür.
Aynı kişilerin, doğuda polis taşlayanları “terörist” görmesi de manidar. Oysa polisin bir şiddeti olsa dahi, polise taş atmak, aracını yakmak, üstüne çıkma vatanseverlik sayılabiliyor, demokratik bir tepki olarak algılanabiliyor. Ya doğudaki yanlış ya batıdaki veya her ikisi… Oysa yanlışlık terörizmi, kendilerinin “iktidar olmak için” tek hakkı olarak bilenlerin anlayışında yatıyor.
Türkiye’de Ergenekon bitmedi, capcanlı, kapkanlı bir şekilde aramızda. Sadece darbeyle fikirlerini iktidar edebilecek olan bu yapı, şimdi sokaklarda özgürlük istediklerini söyleyen kalabalıkları da suyun akışına kaptırmış götürüyorlar.
Oysa iktidar olan siyasi parti, bu ülkede yüzde 50 oy alan bir partidir. Böylesine bir yapıya halk ayaklanmasının olması, siyasi anlayışa terstir. Halkın yarısından fazlasının destek verdiği hükümete, ancak muhalefet edilir, terör estirilmez.
Darbeciler her zaman iğrençtir, fırsatçıdır ve çok iyi organize edebilmektedir.
Benim tek üzüldüğümse bu kadar yaşanan gerçeklere rağmen, halen bu iğrenç tuzağa düşen ve kendilerini “sürü” haline getirenlerdir.
Twitimden seçmeler
Tayyip Erdoğan'a Amerika'dan talimat alıyor diye suçlayanların, kulağının oradan gelecek habere çevrilmiş olması ne kadar trajikomik!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.