Naif Karabatak
Düşünün ama lütfen sessizce!
“İyi bir idare, halkına korku vermeyen idaredir” diye okkalı bir söz edebiliriz ama ülkenin tarihine baktığımızda, bunun tersiyle iktidar olanlar, bu sözün geçersizliğini sağlamışlar.
Ülkemizde, “iyi bir iktidar, korku salan iktidar” olmuş.
Özellikle koalisyon hükümetleri döneminde, her şeyden korkmuşuz.
Kader bu, ne zaman öleceğimiz belli olmaz ama o güne dek, bir plan yapmak gerekse dahi, geleceğimizi planlayacak bir güven ortamı pek olmadı.
İşadamı korktu, yatırım yapmadı.
Yatırım yapanlar “güvenli yer” ardı, durdu.
En şansızı ise doğu ve güneydoğu oldu.
Güvensiz hale getirdikleri ve bu güvensizliği sürdürmek için uğraştıkları bölgeye işadamı gelmedi, yatırım yapılmadı, bölge hem kıt imkânlarla yaşadı, hem de gelişmesinin önü kesildi.
Bazı dönemlerde, Komünist Rusya’dan daha kötü duruma geldik; dinleniyorduk, takip ediliyorduk, bir gölge gibi peşimizde olanlar, her anımızı anbean not ediyor, bir yerlere rapor sunuyordu.
Demokratik ülkelerde “düşündüğünü ifade etme özgürlüğü” tartışılırken, biz “düşünmeyi” tartışıyorduk, “sessiz düşünme” diye bir yetenek geliştiriyorduk.
Ülkeyi yönetenler “düşünmenin serbest olduğunu” göğsünü kabartarak açıklıyor ve ülkenin ne kadar özgürlükçü olduğuna vurgu yapıyorlardı.
Haklılardı elbet, cumhuriyetimiz vardı, halkın kendi kendini yönetmesi söz konusuydu ve halk dediğinse, düşünmeyi yasaklayamazdı.
Üstelik demokrasi diye rafta duran ve istendiğinde indirilip, istendiğinde kilitlenen bir başka değerimiz daha vardı.
Peki ihtiyaç duyulmaz, cumhuriyetle yetinir, dururduk.
Askerimiz vardı, bizi hizaya sokan, gerektiğinde tankı üzerimize çeviren…
Polisimiz vardı, copu elinde, öfkesi yüzünde…
Devletimiz vardı ceberut suratlı…
Kamuya ait yerlerimiz vardı, kamuya yasaklarla dolu…
Ne yiyeceğimizi,
Ne giyeceğimizi,
Hangi dille derdimizi anlatacağımızı,
Ne kadar ileri gidip,
Ne kadar gerisin geri gideceğimizi bile belirleyenler vardı.
Yüreğimizden taşan, dilimize düşen şarkılarımızı bile nakarat sayısına kadar belirleyen vardı…
Bize sadece yaşamak kalıyordu, fasit dairemizde…
Öğrenilmiş ve test edilmiş çaresizliğimiz, aksinin mümkün olmayacağını öğretmişti.
Ve biz aksini hiç düşünmemiştik.
Zaten sessiz düşünüyorduk…
Derinden derinden hayal kuruyorduk…
Rüyamızdan korkuyla uyanıp, sağa sola bakarak, bir gören, bir duyan var mı diye kontrol ediyorduk.
Sessiz düşünüp, sessiz yaşamak, ideal vatandaşın tarifiydi; gerisinin hepsi teröristti…
Sağcısı da teröristti, solcusu da, orta yolcusu da…
Aşırıları önlemek ve taşan fikirleri derleyip, toparlamak için her on yılda bir “ayar” veren memurlarımız vardı.
Biz de şapkamızı alır gider, izin verildiğinde geri gelir, kurtarıcı olurduk…
Sonra “terör belası”, ayar vermenin 7/24 görevlisi oldu…
Ve biz, sessiz düşünmeye devam ettik…
***
Şimdi sesli düşünüyoruz…
Hem düşünüyor, hem ifade ediyoruz.
Ve daha iyi yaşamanın, daha özgür olmanın bütün yollarını hem haykırıyor, hem çatır çatır alıyoruz.
Arada cızırtı yapanlar bulunuyor…
Ve o eski günlere dönmek isteyenler…
İpleri eline alıp, bizi bir güzel gütmek isteyenler…
Kılıf buluyorlar elbet; yolsuzluk…
Utanmadan mahrem görüntü çekiyorlar…
Dinliyorlar, izliyorlar, bir gölge gibi takip ediyorlar…
Ve biz o günlerin yeniden gelmemesi, yaşadıklarımızı bir kez daha yaşamamak, yaşamadıklarımızın ve şimdi elde ettiklerimizi bir daha kaybetmemek için…
Meydanlar, bu nedenle çok kalabalık…
Bu nedenle milyonlarca insan saatlerce ve her yerde…
Dün, “Savaş çıkar mı abi” dedi bir genç kız.
Ne “çıkar” diyebilirdim, ne “çıkmaz” diye garanti verebilirdim.
Hatta “darbe olur mu?” diyenlere de, “hükümeti götürürler mi?” diye benzerini soranlara da sessiz kaldım.
Ama şunu söyledim; o savaşı çıkartmak, bu hükümeti düşürmek ve bizi yine “korku dolu günlere” döndürmek için can atanlar var…
Allah böylelerine fırsat vermesin…
Tweetimden seçmeler
Hiç tereddüt etmeden gözlerine bir ömrümü veririm, sen bir bakışı esirgersin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.