Naif Karabatak
Liderlerinizi Astırmayın, Zehirletmeyin, Dondurmayın!
17 Aralık operasyonundan bu yana tarihe not düşülmesi gereken çok şeyler yaşıyoruz. Adata tarihi bizler kendi elimizle, kendi yaşamımızla, duruşumuzla, sözlerimizle yazıyoruz. Operasyonun asıl amacının “yolsuzluk olmadığına” inananlar, iradelerine bir kez daha ipotek konulma girişimi olduğuna neredeyse hemfikirler.
Aslında bunun için o kadar çok done var ki, açık açık darbe yapma dönemlerinin yerine “kılıf uydurularak” milletin iradesini alaşağı etme dönemlerine geçildiği fikir de ağır basıyor.
Bunun en bariz örneği aslında Gezi olaylarında ortaya çıkmıştı.
Yeşili koruma sevdasıyla, ağaç aşkıyla eylem yaptığını söyleyenlerin ortalığı savaş alanına çevirmesi bir yana ağacı unutup, “Havalimanı yapmayın, üçüncü köprüyü yapmayın, Kanal İstanbul’u durdurun” gibi konuyla alakası olmayan ve ülkenin büyümesini sağlayacak yatırımlardan kaçınılmasını istenmesi, asıl niyeti ortaya koyuyordu; Türkiye büyümesin, küçük, borçlu ve yalnız olsun…
***
17 Aralık operasyonuna ve sonrasında yaşananlara da baktığınızda, özellikle “İsrail’in istemediklerine” dönük bir kalkışma olduğu net anlaşılıyor. Bunlar; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve İHH…
Elbette Türkiye büyümesin, küçük, borçlu ve yalnız olsun diye hedefe ekonomi de konulmuştu.
Bunu da Halk Bank üzerinden yaparak, ülkeyle birlikte büyüyen bir bankayı iflasa doğru götürme amaçlanıyordu.
Sadece bu değil elbet, borsa, dolar ve altındaki değişimlerle de enflasyon, faiz tavan yapacak, halkı kötü günler bekleyecek, kıt kanaat geçinen insanlar, yine eski günlere dönerek, sefalete mahkûm edilecekti.
Hazır İsrail’in “one minute” öcünü alma zamanı da gelmişti.
Bir taşla birkaç kuş vurmak isteyenler taşeron yapılanmaları da bulmakta gecikmedi…
Hesaplamadıkları ise bu milletin artık bu tür oyunları yemediğiydi…
***
Milli iradeye sahip çıkmak, partizanlık yapmak, bir partiyi savunmak, bir siyasal anlayışı iktidarda tutmak değildir.
Milletin iradesi, siyasi partilerin iradesi de değildir.
Bugün, iradesi alaşağı edilmek istenen AK Partiyse eğer, bu yarın CHP veya MHP ya da BDP de olabilir.
Önemli olan, demokratik seçimle işbaşına gelen iktidarların, ancak ve ancak aynı şekilde götürülebileceği kültürünün, anlayışının ve iradesinin yerleşmesidir.
Yoksa bugün AK Parti zarar görür, yarın başka partilerin zarar göreceği demokratik bir ortam bile bulunmayabilir…
Bir de, başbakana verilen desteği, “yolsuzluğu örtme” olarak yansıtılıyor.
Eğer böyle olsun istenseydi, sadece yolsuzluk operasyonu yapılırdı, yasal bir şekilde.
Oysa burada “efendileriniz gelsin sizi kurtarsın” tehditleri, yapılmak isteneni ortaya koyuyor.
Yolsuzluk, iğrençtir ama yolsuzluğu kılıf olarak kullanıp, milletin iradesini alaşağı etme çabaları çok daha iğrençtir.
İkisini ayırmadığınız zaman, ne yolsuzluğu önleyebilirsiniz, ne de millet iradesine olan saygınızı gösterebilirsiniz.
Bir süredir “iradene sahip çık” eylemleri yapılıyor.
Bu eylemlerde başbakana sahip çıkanlar, iradelerinin farklı farklı bahanelerle ellerinden alınma çabasına tepki gösteriyor.
Bir şey daha söylüyorlar; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı astırmayacaklarını, zehirletmeyeceklerini ve dondurmayacaklarını…
Kendi evladını yiyen olmayacaklarını söylüyorlar…
Halkın teveccühüyle iktidara gelen merhum Adnan Menderes’i alaşağı eden katiller, bu ülkeyi, kendi başbakanını asan ülke konumuna da soktular ve halen bu utancı taşıyoruz.
Merhum Turgut Özal’ın eceliyle değil, zehirlenerek öldürüldüğü artık neredeyse gün gibi açık.
Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı merhum Muhsin Yazıcıoğlu ise Keş dağlarında soğuğa mahkûm edilerek dondurulmuştu…
Bu üç liderin ortak özelliği sadece “vesayete karşı” olmaları değildi. Aynı zamanda Kürt-Türk veya başka kimlik, ırk, renk, din, dil ayrımı yapmadan barış ve kardeşlik içinde yaşanmasını sağlamaktı. Ancak, ülkeye hâkim zihniyet, “huzurlu” bir ülkeden nemalanamıyordu.
Onlar için halkın iki yakası bir araya gelmemeli, dışta yalnız olmalı, içte sorunlarla boğuşmalı ve sürekli akacak bir kan olmalıydı.
30 yılı aşkın bir süredir sürekli şehit cenazesine ağlayanlar, teröre diş bileyenler, “neden bitirilmiyor” diye sormuyordu bile, bitmemesi gerekiyordu çünkü…
Şimdi bir yıldır bu ülkenin insanı adı konmamış bir savaşta ölmüyor diye rahatsız olanlar var. Ölümden siyaset elde eden, kandan nemalanan, yoksulluğumuzdan, yalnızlığımızdan, itilmişliğimizden kazançlı çıkanlar var.
Bütün bunları bu millet biliyor.
Ve bu millet, 1960, 1980 veya 28 Şubat’ta ki millet değil…
Artık halk, “ne başbakanımızı astırırız, ne zehirletiriz, ne dağda bir başına bırakarak dondururuz” diye meydanlara iniyor.
İşiniz zor, netekim eskiden ne kolaydı!
Tweetimden seçmeler
Bütün hayatımız iki kelime ve toplam dört harften ibarettir; “Ol” deyince oluruz, “öl” deyince ölürüz!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.