Naif Karabatak
Sen Halksan, Biz Kimiz?
Sadece bugün değil, tarihin neredeyse her döneminde “halk” tartışması yaşanmış. Bazen kimin halk olduğu, kimin “kaymak tabaka” arasında yer aldığı bir türlü anlaşılamamıştır. Yine aynı yerdeyiz; halkın kim olduğunu, halka tepeden bakanlarla tartışmaya giriyoruz.
Bilindiği gibi “halk” sözcüğü Arapça bir kelimedir. Aynı ülkede yaşayan, aynı kültür özelliklerine sahip olan, aynı uyruktaki insan topluluğu olarak da tarif edilir, aynı soydan gelen, ayrı ülkelerin uyruğu olarak yaşayan insanları tarif ederken de söylenir.
Ahali olarak da tarif edilen halk, belli bir bölgede veya çevrede yaşayanların bütünü olarak algılanır.
Bu tariflere baktığınızda herkesi “halk” olarak algılamamız gerektiği açıktır ama bir de uygulamadaki anlamı var.
Çünkü her ülkede “seçkin” insan azınlığına karşın, yoksulluk içerisinde yaşayan veya orta gelir düzeyine sahip insanlar var.
İmtiyazlı olduklarına inananların ilk yaptığı, “halkı hor ve hakir” görmek olur.
Göbeğini kaşıyanlardır onlar…
Sabah kahvaltısında bir zeytini birkaç kez ısırandır.
Evden işe, işten eve gelip, geceyi televizyon başında pinekleyerek geçirendir.
Dağdaki çobandır, köydeki çiftçi, kamuda işçi veya memur…
Cami önlerinde rızkını bekleyendir, çocuğunun elini tutup okula götürendir.
Güne giden hanımlardır, kahvede okeye dönen erkeklerdir.
Aybaşını zor getiren, borç içinde yüzen, aldığı kredilerle kredi kapatanlardır.
Seçimden seçime itibar gören koca bir kesimdir.
Her siyasi parti, seçim sürecinde etkilemeye çalıştığı, seçimden sonra unuttuğu millet bütünüdür.
Kendine has giyinişi vardır, kendine has konuşması…
Üzüntüsü kendine hastır, sevinci kendine has.
Kendi gelenekleri, görenekleri ve ahlaki kaygılarının dışında “kural ve kaidelerle” sınırlanmamış, bu açıdan da “maganda” görüldüğü bile olmuştur.
Yurdun her yerindedir.
Köyündedir, kentindedir, ovasındadır, dağındadır.
Bu ülkeyi ilmik ilmik işleyen, ter içinde görevini yapan, kokusuyla da birilerini rahatsız edendir.
Anadır, bacıdır, babadır, evlattır…
Aslında tüm ülkede yaşayanlardır halk…
Ancak, bazıları “sınıf atlar” ve o andan itibaren geride kalanlardır halk.
Sınıf atlayamayan, “seçkin” olamayan, önemli makamlara yükselemeyen, para içinde yüzemeyen, şöhretin kaymağını yiyemeyenlerdir halk.
Demircidir, tornacıdır, tamircidir, hamaldır, boyacıdır, üreticidir, ev kadınıdır, iş kadınıdır…
Aslında toplumun tüm kesiminde, hayatın her alanında, yaşamın tam içindedir.
Ama “seçkin” konumunda değil, kendi yağıyla kavrulan, alın teriyle geçinen, belki de kendi işinin sahibi, azıcık aşı, dertsiz başı olandır halk.
***
Ancak seçkinler de halktır…
Belli bir bölgede veya çevrede yaşayanlardır…
Ama bunlar farklı tarif edilir; sanatçı kesimi vardır, işadamları vardır, yüksek bürokrat veya teknokratlardır…
Siyasilerdir, bakanlardır, sivil toplum kuruluşlarının tepe isimleridir…
Basın vardır, asker vardır, baba parasıyla geçinen prens ve prensesler vardır…
Lüks yerlerde gezinirler, lüks tüketim yaparlar ve çılgınlıkları arttıkça piyasada kendilerine çok daha fazla yer bulurlar.
Zengin halk, yükseğe çıktığından, aşağıya burun kıvırarak bakar, hatta bazıları iğrenir, bazıları yufka yüreğiyle acır.
Ama gün olur “biz halkın ta kendisiyiz” demeye başlarlar.
Taksim’deki gibi mesela…
Halkı hor ve hakir gören, halktan köşe bucak kaçan, halkı aşağılayan ve küçümseyenler, bir anda “halk” olur çıkar.
İşlerine nasıl geliyorsa öyle davranırlar.
Halk ayaklanması derler, halkın tercihlerini alaşağı etmeye çabalarlar.
Çoğunluğun orada olduğunu söylerler, yüzde 90’a yakını yok sayarlar.
Halkın taleplerini önemsemezler, kendi taleplerinin kimseyi ırgalamadığını akıllarına getirmezler.
“Halkın içinden gelmek” hoş bir cümle olarak kurulur ama bunu söylerken bile “şimdi çok yükseklerdeyim, heyttt be!” diye nasıl da yükseldiğini söylemeye çalışır.
“Biz her zaman halkın içindeyiz” derken bile “bakın ne kadar alçak gönüllüyüz, halkın içine bile girebiliyoruz” diyerek, konumlarını söyleme gereği duyarlar.
Halkı makarna ve şekere oyunu satan olarak görürler ama kendileri emir aldıkları yeri gizlemek için attıkları kırk taklanın bile işe yaramadığını görüp, sinirlenirler.
Terör kamplarında eğitim almışçasına sokakları savaş alanına çevirenler, polis şiddetinden illallah eder ama aynı kesim, 90 yıldır süren polis şiddetini görmemek için gözlerini kapatır.
Kusura bakmayın…
Taksim’de ve Gezi Parkına bağlı eylemlerde bulunan, ortalığı yakıp yıkan, çevreyi katleden, insanların özgürlüğünü elinden alan, yaşamını karartan, geleceğini kabusa çeviren, ülkeyi Suriye’ye benzetmeye çalışan ve halkın iradesini ellerine almak isteyenler halk değildir.
Romantik olsun diye halk olduğunu söylemek başka, hayatın ağır yükünü çekerek halk olmak çok daha başkadır.
Ve siz hayatın yükünü çekenler değilsiniz, halkın sırtına yük olanlarsınız.
Twitimden seçmeler
Geçmişten ders almıyorsanız, tarihin tekerrür etmediğini söyleyemezsin. Ancak, senin olaylara aval aval baktığını anlatmış olursun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.