Naif Karabatak
Umutlarımı sele kaptırdım!
Eski Türk filmlerinde terkedilişleri anlatan bir mektup olurdu ve neredeyse tüm filmlerdeki kurgu benzerdi.
Genellikle tuvalet masasının, orta sehpanın veya lavabo aynasının önüne bırakılan mektup, korkuyla, tedirginlikle, hatta dehşetle açılarak okunmaya başlardı ve ilk cümle; Sen bu mektubu okuduğunda, ben çok uzaklarda olacağım…
***
Parası olup, Şirince’ye yerleşenler dışındakilerin bu yazıyı okuma şansları olmayacak.
Sadece Şirince’de ikamet eden “mutlu ve hayatta kalabilmiş” insanlar okuyacak ve onlar bu yazıyı okuduğunda ben çok uzaklarda olacağım…
***
Şaka bir yana ama dünya kurulduğundan bu yana süregelen felaket senaryolarının çoğunluğu kıyametle ilgili ve ilk kez bu kadar gündemde kalmayı başardı.
Mayalar, sosyal paylaşım sitelerine dua etsinler.
Bu siteler sayesinde Mayaları, onlardan daha çok tanır hale geldik ama bütün bu balonlar, bu yazıyı okuduğunuz andan itibaren sönmüş olacak…
Sönmeyenler de var elbet…
Umutlarım gibi…
***
Dün yurdun dört bir yanını umutlarımızla birlikte sele kaptırdık ama halen yedekte bekletilen umutlarımız var.
Fakirin ekmeğidir umut nasılsa…
Umut bu, bin kez umutsuzlukla tanışsak da hep bir başka umutla hayata tutunuruz.
Közlense de, dağdan gelen çamurun altında kalsa da, sel olup aksa da, yağmur olup yağacağı günlerin umududur bizi hayata bağlayan.
Dün kentleri sel aldı, yöneticileri ise yele kaptırdık.
Umutlarımız sırf bu nedenle çok kırıldı.
Kentleri idare edemeyenlere teslim edilmesinin hüznü, kızgınlığı, öfkesi vardı.
Yağmurun yoğun yağmış olması, derelerin çağlaması, yolların nehir olup akması, önüne kattığı her şeyi alıp götürmesi bir bahane olmamalı.
Kenti yönetenler, mevcuda göre davranmaz.
Hep olağanüstü durumlara hazırlıklı bir yaşam alanı oluşturma çabasıyla görev yaparlar.
Nisan yağmurlarıyla birlikte depreşen aşkı için şiir karalayan insanların olduğu bir zaman diliminde kentleri yönetmek çok kolaydır.
Hatta “şiir gibi yağan kar”ın nasıl da romantik olduğuna dair dizeler bir birini kovalarken hayatından şikâyet eden görülmeyecektir.
Çünkü bu ikisi “felaket” olana kadar çok güzeldir.
***
Özellikle yerel yöneticilerin göreviyse “felaket” olmasını beklemeden kenti felaketten korumak için tedbir almaktır.
Tıpkı sağlıktaki koruyucu çalışmalar gibi…
Ama dün yurdun dört bir yanında yerel yönetimler sınıfta kaldı, daha önce kaldıkları gibi, hep kaldıkları gibi…
Meteorolojinin uyarısına rağmen hiçbir tedbir almayanlara beslenen umutlardı sele kapılıp gidenler…
Yoğun kar veya şiddetli yağmur nedeniyle okul veya işyerlerinin tatil edilmesinin bir türlü zamanını tutturamayanlara beslenen umutlardı sele kapılıp gidenler…
Minicik yavrular, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, buz gibi hava, nehir olup taşan cadde ve sokaklara doluşarak, buz gibi okula vardıktan sonra okulu tatil yapsanız ne olacak, yapmasanız ne olacak?
İdarecilik, olabilecek tüm olumsuzluklara karşı hazırlıklı olmanın yanında, aniden ortaya çıkanlara karşı da sağduyuyla hareket edip, kısa sürede çözüm üretme becerisinde sahip olmaktır.
Ama olmadı…
Dedim ya umutlarımızı sel aldı, yetkilileriyse yele kaptırdık, ne gelen var, ne giden…
İşin en kötü tarafı, kentleri sele kapılırken, yoğun kar yağışında ulaşılmaz olan yerler varken, “çok başarılıyım” tafralarının hiçbir şekilde eksilmeden sürmesidir.
Aslında sele kaptırdığımız bizim umutlarımız değildi.
“Yöneteceğiz” diyenlerin başarısızlığıydı, sözleriydi, vaatleriydi sele kaptırdıklarımız.
Tıpkı söylendiği gün yele kapıldığı gibi…
Twitimden seçmeler
Biz hep bize benzeyenleri seçiyoruz ama seçildikten sonra neye benzediklerini bir türlü bulamıyoruz. (İstisnalar var elbet…)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.