Vekil her yere gidebilir, Karadeniz asla!

 

Önceki gün 9 saat boyunca Sinop’ta yaşanan gerginliğe odaklandık. Dün ise Samsun’da benzer görüntüler vardı. Henüz Sinop’a gelmeden önce İmralı görüşmeleriyle yeniden ve bir kez daha yeşeren barış umudu, ülkenin önünü açabilecekti.

Belki sadece kan durmayacak, onla birlikte yaşanan acılar da dinecekti.

Ona bağlı ekonomik çöküş de aşılacak ve ülke “bir arada yaşama”nın hazzına varacaktı.

Bunun için ödenecek bedellerin hepsi, daha önce ödenmiş olacaktı.

Barışın “iyi bir şey” olduğunu anlatmaya dönük bir heyetin Karadeniz’e gezi düzenleyeceğini ilk duyduğumda aklıma provokasyon geldi.

Sadece benim değil elbet, BDP içinden de, AK Partiden de, diğer partilerden de, hatta okumuş yazmış herkes, bu gezinin “zamanlaması”nı ve “yöresini” eleştirdi.

Elbette her vekil, her yere gidebilirdi.

Bunu herkes söylüyordu.

Bu ülkenin milletvekili, istediği her yere gidebilir, görüşmeler yapabilir, halka kendini anlatacak ortam bulurdu.

Ama Karadeniz aslaydı…

Çünkü orada provokasyon vardı.

Karadeniz insanı farklıydı.

Uzaydan gelmemişlerdi ama farklılardı.

Sonunda beklenen oldu ama şükür ki, daha önceki yaşadığımız acılar yaşanmadı.

Bir kez daha “gaza” gelenlerin nasıl cahilce bir tutum içine girebildiklerini ve sonunu düşünmeden nasıl kargaşaya dâhil olabildiklerini, hafızamızı tazeleyerek gördük.

Bu kadar yaşanan acıya rağmen, gaza gelenlerin her yerde, her devirde olduğunu, olmaya devam edeceğini de gördük.

Aldıkları gazla, hiçbir mantıkla olarak izah edemeyecekleri bir yola çılgınca koştuklarını gördük.

Kendi fikrinde olmayanlara karşı nasıl da hasmane tutum takındıklarına şahitlik ettik.

Çok şey gördük ama herkes Karadeniz’e gezi düzenleyen HDK üyelerini suçlu buldu.

Karadenizlilere de bir şeyler diyen vardı ama onlar “bilinçli şekilde provokasyona doğru” gitmişlerdi.

Yavuz hırsız kimdi belli değil.

Ev sahibini suçlayanların hırsıza toz kondurmaması da ilgi çekici.

Ortada bir olay varsa bunun suçlusu bellidir, hırsızın suçunu görmeden, ev sahibine yüklenmek de akıl kârı değildir.

***

Öncelikle milletvekillerine saldırmak için “akın” yapanların düşünce yapısına bakmak gerekiyor.

Bu tür olayları yapanlarda “ırkçılık” dozu, ölümcül hale gelmiştir.

Eğer bu kötü bir şeyse “Türk ırkçılığı” veya “Kürt ırkçılığının” ulaşabileceği noktanın böyle bir şey olduğunu bilmek gerekiyor.

Öyleyse her türlü ırkçılık, insani olmadığı gibi, İslami’de değildir.

Bu böyle bilindiği halde, her iki kesimde de aşırı ırkçılığı meziyet olarak alanlar var ve bunlar “bir arada yaşama” arayışını “kavgayla” çözebileceklerini sanacak kadar da ilginç bir anlayışa sahipler.

Öte yandan, sanki herkes kendi seçtiği vekilinden çok memnunmuş, kendi partisinin vekili, kendisi gibi düşünüyor, kendisini sayıyor, görüşlerini önemsiyormuş gibi, BDP’li vekilleri “sevmemeyi” bir marifet biliyorlar.

Elbette kimse kimseyi sevmek zorunda değil ama saygı göstermek zorunda.

Ne kadar sevmezseniz de, her vekili seçen bir kitle var.

Ne kadar saygı gösterirseniz, o kadar saygı göreceğiniz gibi önemli bir düstur var.

Üstelik beğendiğin etkinliğe gidip, beğenmediğine gitmeme, hatta “görmeme” özgürlüğün bile var.

Barışa karşıysan, bunu çıkıp anlatma özgürlüğün var.

Savaş sürsün” diyorsan bile bunu açıkça söyleme, dolayısıyla bu sürecin farklı katmanlarda nasıl algılandığını açıklama özgürlüğün var.

Onlar yanlış düşünüyor” gibi tezlerini ortaya koyma özgürlüğüne sahipsin.

O zaman “buraya giremez” diye birilerine, bir yerleri yasak etme ne?

Aynısı size olsa nasıl tepki verirsiniz?

Diyarbakır’da, Şırnak’ta, Hakkari’de, Mardin’de bir ziyaret esnasında aynı tepki size olsa nasıl bir cevabınız olurdu?

Bırakın her vekili, her görüşte insanın Türkiye’nin her yerine “özgürce” seyahat etme hakkı var ve bunu savunmak her şeyden önce insanlık görevidir.

İnsanlık dışı bir olayı, insanlıkmış gibi yansıtarak sadece kendi ırkçı kafa yapınızı kandırabilirsiniz, bizi kandıramazsınız.

Gelelim milletvekillerine…

Hatırlarsanız, benzer çıkışları doğu ve güneydoğuda bazı vilayetlerde de gördük.

Buraya giremezsiniz” türü çıkışların, görüntüsünün ne kadar itici ve ne kadar insani olmadığınıysa Karadeniz’de…

Öyleyse “kendiniz için istediğinizi, başkası için de istemedikçe” bu tür çıkışlar veya tepkiler anlamsızlaşacaktır.

Peki Karadeniz’de suçlu kim derseniz, önce o gençleri “gaza” getirenler, sonra da aldıkları gazla sonunu göremedikleri bir “akın”a kalkışanlardır…

Diğeri sadece ve sadece usul yönünden tartışılabilir.

Barış sürecini anlatmak için seçilen isimler doğru mu, farklı bir yol izlenebilir mi, bunu siyasiler dışında toplumun sözüne güvendiği aydınlar daha mı iyi kotarırdı?

Ben bu fikirdeyim.

Bu süreci, bana göre siyasiler anlatmayı bırakmalı.

Barışın neler getirip, neler götüreceğini insanlara anlatacak paneller, sempozyumlar, farklı etkinlikler yapılmalı ama “gövde gösterisi”ne dönüşecek argümanlardan uzak olmalı.

Zira burada “yenen” veya “yenilen” yok, kazanacak koca bir ülke ve insanları var.

Sırrı Süreyya Önder’in benzetmesiyle de, birileri “höt-zöt” etti diye, atılan barış adımı geri çekilmemeli.

Twitimden seçmeler

Atatürk'ün çocuğu yoktu ama maşallah torunu çook. Hepsi birden İş Bankasına ihtar çekmiş. Bir ihtar da CHP'ye çekselerdi ya, o da Ata'nın :)

www.naifkarabatak.net

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi

Mantı

12 Ağustos 2024 Pazartesi 16:20