Naif Karabatak
Dayı diyeceklerini iyi seçenlere…
Aslında seçime giderken “demokrat” olduğunu söyleyen de yok. Hani seçim üzeri insanlara özgürlük vadeden, aş, iş sunan, yatırımlara boğan, yaşam alanlarını genişleten ve daha iyi bir yaşam standardı sunan yok. O nedenle anayasa, demokrasi, özgürlük gibi kavramlarla ilgili kelam etmenin de gereği yok…
Ama kasetler var; montajlar, gerçekler, yasadışı dinlemeler ve daha neler neler…
Suçlamalar var, gerçek veya yalan…
İftiralar var, karalama var, kumpas var…
En galiz küfrü kim yapacak yarışmasına giriyorlar gibi bir birinin “onur” ve “şahsiyetini” yaralayıcı sözleri peş peşe sıralayanlar var.
Vurduğu yerden ses getiren, lafı bir koydu mu yüreğe indirenler var…
İlginç ilişkiler var; asla bir araya gelmesi mümkün olmayanların onulmaz aşkı…
Ferhat olup, dağları delecek kadar bir kara sevdanın sahibiler…
Bu aşk, Şirin’i sevmeye benzemez ama Ferhat’ın dağı delmesine değecek kadar “önemli” bir aşktır, bu koltuk aşkı…
Aşkına kavuşmak, yedi cihana sevdiğini göstermek için akla hayale gelmedik işler yapabiliyorlar.
Hedefe giderken, her şey mubah oluyor.
Dayı diyorlar, köprüdeki ayılara…
Gözüne kestirdikleri makama yükselmek için insanları ezerek yükseliyorlar…
Ezdiklerine bakmıyorlar, kırdıklarını umursamıyorlar, yarın bir daha yüz yüze bakacaklarını hiç hesaba katmıyorlar.
Amaç, makama sahip olmak…
Çünkü amaç, insana hizmet etmek değil…
Eğer öyle olsaydı, ortalık plan ve projelerden geçilmezdi…
Sahi seçilene kadar sizin belediyeyle ilgili bütün birikiminiz, sağın solun söylediklerinden ibaret mi, sıkı bir hazırlığınız var mı?
Kim daha iyi yönetecek, kim daha güzel hizmet yapacak ve kim daha çok insanımıza dönük “iyileştirme” yapacak?
Belediyeler “babasının çiftliği” mi olacak, yoksa halkın sorunlarına çözüm bulunan bir merkez mi?
Duvar gibi kapısı mı olacak, gönüllere girmeye hazır tatlı bir dil, gülen bir yüz ve asla asılmayan surat mı?
Bir partinin adayı kazandığında, partinin o kente katkısı ne olacak; aday bir başına mı bırakılacak, daha iyi hizmet için ardında mı durulacak?
Siz gelirseniz ne değişecek, öbürü gelirse ne değişecek, mevcut kalırsa ne fark edecek?
İsim mi değişecek, resim mi değişecek, “fark” mı ortaya konacak, ne olacak?
Hem biz oyu kime vereceğiz, partiye mi, adaya mı?
Yine belediye başkanı için oy verirken, yetkiyi kime teslim edeceğiz, mühür kimdeyse Süleyman o mu olacak?
Mesela adaya oy verirken, aynı zamanda amcasına, dayısına, kardeşine, babasına, annesine, oğluna, kızına ve eşine de yetki vermiş mi olacağız?
Bir tek belediye başkanı mı seçeceğiz, bütün bir sülaleye mi başımıza taç(!) edeceğiz?
İşimiz belediyede mi çözülecek, yoksa birilerine mi yönlendirilecek?
Hatta daha ileriye giderek, belediyeye gitmeden, sanal ortamda ve bir tek telefonla, bir tek e-postayla çözüme yönelik çaba içerisine mi girilecek?
Seçim masraflarını bizim cebimizden mi çıkaracaksınız yoksa “sponsorlarınızın” işlerini rayına mı koyacaksınız?
Çalacak mısınız, çalmayacak mısınız?
Çalmayacaksanız, çaldırmama üzerine planlarınız da var mı?
Dürüstlük sizin için ne kadar önemli; plandan, projeden, bütün yatırımlardan ve bütün bir kentten daha önemli mi mesela…
Ne kadar adil olabileceksiniz, ne kadar adil kalabileceksiniz?
Belediyeye geldiğinizde, silindir gibi çalışanları ezecek misiniz, ellerine süpürgeyi verip, çöpe mi yollayacaksınız?
Mezarlıklar için kaç personel düşünüyorsunuz, taş kırmaya kaç kişiyi yollayıp sindireceksiniz?
Bir kin var mı, bir öfkenin patlaması mümkün mü?
Kucaklamaya mı geliyorsunuz, kucaklarken kemiklerimizi kırmaya mı?
Bütün bunları ve daha çoklarını öğrenme şansımız yok, olamaz da…
Çünkü hiçbir partinin ve hiçbir adayın böyle bir derdi yok; hele kazanalım, bakacağız…
Çünkü belediyenin borcunu bilmiyorlar, bütçesinden habersizler, alacağının ne kadarının “tahsil edilebilir” olduğundan da bihaberler…
Seçim üzeri yapılan ihale, satılan taşınmaz veya peşkeş çekilenlere “dur” diyecek gücün sahibi de değiller, seçildiklerinde hesabını soracak yürek de taşımıyorlar.
“Sen bana karışma, ben sana karışmayayım” türü adı henüz konmamış bir anlaşma var haleflerle selefler arasında.
Bu anlaşma illa toka yapılarak sağlanmıyor, bakışlar bile yetiyor, bir karasevda misali…
Hiç kimse, bir diğerinin “açığını” bulma derdinde değil ama seçim sürecinde hepsi, bir diğerinin “ne kadar kötü” olduğunu anlatıp duruyor.
Köprüden geçene kadar dayı dedikleri elbette var ama köprüden geçene kadar küfrettikleri de eksik olmuyor.
Ya sonra…
Sonrası, beş yılın dolmasında…
Tweetimden seçmeler
18-24 Mart Yaşlılar Haftası. Bütün yaşlılarımızın ellerinden öperken, siyasette “dinazor” olanları hatırlayıp, iç geçirmemek ne mümkün :):)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.