Naif Karabatak
Duyarlılık, Acıdan Önce Olunca Anlam Kazanır
Soma faciasının acıları henüz tazeyken, olayda ihmali olanların yargılanması da sürüyor. Bu arada Türkiye Büyük Millet Meclisinde ise konu tartışılmaya devam ediliyor. Her ne kadar milletvekillerinin, olayın olduğu esnadaki tepkilerine rağmen, genel kurula gelmiyor olsalar da, takip edenler, ayrıntıları öğrenme şansına sahip oluyor.
Dün Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, bakanlığıyla ilgili gelen eleştirilere cevap verdi.
Alışkın olduğumuz şekilde bakanlığını aklama yerine, sorunu açıkça ortaya koyması dikkat çekiciydi.
İki konunun altını çizdim; birisi 30 Haziran 2012 tarihinde çıkarılan ve ilk kez “müstakil” şekilde yapılan değişikliklerdi. Bakan Çelik’e göre, yapılan düzenleme İLO sözleşmesine uygundu ama gerekli ilgiyi görmemişti.
Bakan Çelik’in tabiriyle, yasa değişikliğinin olduğu zaman sadece 7-8 habere konu edilmiş ve magazin haberleri kadar ilgi görmemiş, gündemde kalamamıştı.
Kuşkusuz yasa çıkarmak kadar, o yasaya kamuoyu desteği bulmak da çok önemli. Halkın duyarlılığı, siyasi partilerin konuya yaklaşımıyla düzenlemeler “istendiği” şekilde çıkarılabilir.
Yoksa da, bakanlığın bürokratlarınca hazırlanan taslaklar meclisteki çoğunluğa güvenilerek geçirilir, uygulama ise kamuoyu desteği olmadığından sağlıklı yürümez.
Bu aslında bilinçle alakalı…
Siz o konunun ne kadar öneminin farkındaysanız, ilginiz de o kadar olur.
Umursamıyorsanız, gündeminize girmiyorsa, hele hele eften püften değişiklikler sanıyorsanız, o zaman o düzenlemenin veya düzenleme yapmamanın getirdiği acılarda da ah vah etmenin bir faydasını göremezsiniz.
Ne yazık ki ülkemizde yasalar, bu duyarsızlıkla çıkıyor.
İktidarda hangi partinin olmasının bir önemi yok, her dönemde yapılan yasal düzenlemeler, “siyasi” anlayışla ‘evet’ denmiş ya da karşı çıkılmış…
Düzenlemeyi getiren iktidarsa, muhalefetin oradaki görevinin “reddetmek” olduğu anlayışının hâkim olduğu bir siyasi gelenekte, acılar yaşandığında tepki koymanın mantığı olamaz.
Değişiklik önerisini “muhalefet” veriyorsa da, iktidara düşen, “genel kuruldan geçirmemekse” eğer, orada da sorumluluğu başkasının üzerine atarak kimse kurtulamaz.
Çünkü, meclisteki bütün siyasi partilerin enine boyuna tartışmadığı bu tür “hayati” öneme sahip yasal düzenlemeler, kamuoyunun gündemine girmediği gibi, işletmeler de “nasılsa bir şey olmaz” anlayışıyla olaya yaklaşıyor.
İnsan hayatını, her şeyden üstün tuttuğunuzda, işletmeler hiçbir masraftan kaçmayacağı gibi, ihalelerde de güvenliği yok sayarak maliyet çıkarılmayacaktır…
***
Bakan Çelik’in konuşmasında not aldığım ikinci husus ise taşeron uygulamasıydı.
Taşeronluğun, emeğin sömürüsü olduğuna dikkat çeken Bakan Çelik, yasal değişiklik için çalışmaların sürdüğünü de hatırlattı.
Ancak, taşeronluk, sadece bazı sendikaların ve o da bazı günlerde gündemine giren bir konu…
Özellikle taşeronların haklarını koruma adına oluşturulan, Kamuda Çalışan İşçiler Derneği (KAŞİP) gibi STK’ları ziyaretinde gündeme gelen taşeronluk, çalışanın başının belası bir uygulamadır.
Özellikle seçim zamanlarında bazı siyasilerin gündemine “geçici bir süre” giren taşeronluk, sadece emeğin sömürülmesi değil, insan onurunun hiçe sayılmasıdır da…
İş güvencesi, firmanın veya işletme amirinin iki dudağı arasında olan taşeron işçilerin, hem emekleri sömürülüyor, hem de keyfi şekilde ücretlerine el konabiliyor.
İnsan hayatının “ucuz” kabul eden anlayışa sahip firma veya işletmeler de ise “köle” muamelesine tabi tutuldukları gibi “insan” yerine konulmaması da, ayıpların en büyüğüdür. (Daha önceki bir yazımda bu konuya “Çağımızın Zencileri; Firma Personelleri” başlıklı yazımda geniş şekilde değinmiştim)
Bu kadar “önemsiz” gördükleri ve kazançlarının tümünü, onların emeğinden sağladıkları işletmelerin, daha çok kazanma hırsını bir yana bırakarak, onların güvenliğini dert edeceklerini düşünmek safdillik olur.
Oysa bu kıymetsizliği kıymete döndürecek, çalışma yasalarıdır ve onlara vereceğiniz statüdür.
Hiçbir statüsü olmayan ve iş yükünü omuzlayan taşeron işçiler, hakları gasp edildiğinde de bunu şikâyet edecek merci bulamıyorlar.
“Hak” ile “açlık” arasında tercihe zorlanan taşeron işçiler, her zaman açlıktan yana tavır alıp, susarak işlerine devam ediyorlar.
Devletin bütün yasal düzenlemelerine rağmen, bazı işletmelerde işçilerin ATM kartları bile alınıp, ücretleri “kırpılarak” ve daha fazla işçiye “bölünerek” veriliyor ve bunu da devlet dâhil, sokaktaki sağır sultan bile biliyor.
Bütün bunları biliyorsak ve bütün bunlara rağmen de susuyorsak, çıkarılacak yasaları, yapılacak düzenlemeleri yürekten destekleyeceğimiz ve uygulanmasını da savunacağımız düşünülmemeli.
Ve elbette acılar yaşandıktan sonra uzman kesilmenin bir anlamı da yok; acı, zaten bütün işletmelerde geliyorum diyor…
Gelmesini boynu bükük bekleyen bizleriz, sonra da feveran eden oluyoruz.
Tweetimden seçmeler
Siz, şekillere, yerlere, harflere ve rakamlara takılmıyorsanız, Soma’nın acısıyla, Somali’nin acısının değişmediğini de görebilirsiniz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.