Naif Karabatak
Gelelim Sizin Çaldıklarınıza…
Dünya kurulduğundan bu yana, bütün ilimlere, bütün bilimlere ve bütün araştırmacılara rağmen insanları anlamak gerçekten çok zor. Bunu son dış destekli operasyonda daha iyi anladım. Çalan veya çalmaya her an hazır olanların, yolsuzluk tepkisi de anlamadıklarımdan birisi… (Belki de suç, yolsuzluğun açığa çıkmasıdır, yapılması değil!)
Bu operasyonda yolsuzluk ve rüşvetin bir “çeşni” olarak davaya dâhil edildiğini kaç gündür söylüyorum. Sakın yanlış anlaşılmasın, “yolsuzluk ve rüşvet yok, asla da olamaz” demiyorum; bu operasyonda üç farklı, bir biriyle alakasız davayı tek dava gibi sunma kurnazlığını gösterenler, buradan yolsuzluk feryadının çıkmasını ve bunun da hükümeti zora sokmasını planladılar.
Bir hıyanet operasyonu olarak da adlandırılacak bir kalkışma, bir bankanın ülkeye kazandırdıklarını örtbas edip, diğer davalarla ilişkilenmiş gibi gösterme amacı güdülüyor.
Oysa büyük para Halk Bankasında…
Ve bu ülke için bir kazanımdır, kayıp değil, yolsuzluk değil, usulsüzlük değildir.
Tabii bugün bahsedeceğim bu değil.
İnsanlarımızın yaklaşımına, “yolsuzluk hassasiyetleri”ne değineceğim…
Bu ülkede çok garip insanlar var; “Çalsın, çalsın ama çalışsın” diyen bizim insanlarımız değil mi?
“Çalışın kardeşim, çalmak gibi bir göreviniz yok!” diye tepki gösterileceğine, yapılan yolsuzluk ve usulsüzlükleri “görevin gereği” bilenlerimiz az mı?
Ne yazık ki, Türkiye’de yolsuzluk “sıradan” bir olaydır.
Bunun iktidarlarla bir ilgisi yok. Her dönemde, her kurumda, çapı değişse de yolsuzluk vardır ve sıradanlaşmıştır.
Eskiden rüşvet çarkı çok daha aleniydi, belki değişen bu.
Şimdi dosya arasına para koyma derdi yok, bıçak parası isteyen bulunmuyor ve işinizi “gerektiği gibi” görme şansını yakalıyorsunuz.
Ama büyük meblağları, büyük makamlarda oturanlar götürmeye başladı. Vatandaş bu konuda rahat bir nefes alırken, bazı yatırımcılar rüşvetsiz iş yapamaz hale geldi.
***
Peki aslında yolsuzluk nedir?
Yolsuzluk, yolunu bulmaktır.
Birazcık argo bir deyimi çağrıştırsa da, çıkar yol bulamayanın başvurduğu veya parasız kalanın usulsüzlüğe meylettiği, gözü doymayanların, daha fazla, daha fazla kazanmak için tercih ettiği ahlaki olmayan, insanlıkla bağdaşmayan ve hiçbir değer yargısıyla örtüşmeyecek dikenli bir yoldur.
Yolsuzluk, rüşvet, suiistimal, ihaleye fesat karıştırma, haksız kazanç.. bütün bunların hepsini ise tek kelimeyle “hırsızlık” olarak algılayabiliriz.
Kamuoyunda yanlış bilinense hırsızlığın miktarıdır.
Az çalan “yüz kızartıcı suç” işleyip, kamuoyu önünde itibar görmezken, büyük büyük götürenlerin bir saygınlığının olması, seçimle işbaşına gelmişse bir daha, bir daha seçilmesi, hatta büyük bir kitle tarafından tercih edilmesi trajikomiktir.
Sokaktaki çocuğun bile “yolsuzluk yaptığını” söylediği birçok seçilmişin “kurtarıcı” gibi gösterilmesine tezahüratlar eşliğinde destek verenler, hırsızla aynı suçu işleyenlerdir.
Tepki gösterenlere bakıyorum, hırsızlıkla anılanların daha çok sesi çıkıyor.
Siyasi partiler açısından değerlendirirsek, bütün partilerin iktidar olduğu dönemde bakanları, belediye başkanları veya milletvekillerinin yolsuzlukla adı anılmış ve çok da itibar görmüştür.
Daha yeni örnek ise CHP…
CHP, dün yolsuzluk suçlamasıyla kapı dışarı ettiği Mustafa Sarıgül’e “kurtarıcı” gözüyle bakmayı hep sürdürdü ve şimdi de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday etti. Bunla kalmayacak elbet, CHP’nin başına geçene kadar “Çare Sarıgül” olacak ve ne kadar çaresiz kaldıklarını bir kez daha anlayacaklar.
Evde o kadar para bulunur mu, diye soran Kemal Kılıçdaroğlu, evinde aynı miktara yakın haksız para bulunan ve üstelik darbeye kalkışmakla suçlanan birisini milletvekili yaptırabiliyor.
Kaldı ki, İstanbul merkezli yolsuzluk adı verilen operasyonda “sabit” bir suç yok.
Ergenekon soruşturmasında “suçu sabit görüldüğü” halde, tüm sanıkların suçsuz olduğunu haykıran aynı Kılıçdaroğlu, bu operasyonun ilk günü, tümünü “suçlu” ilan ederek, hukuku katletmekten de geri durmadı, hepsinin istifa etmesi gerektiğini hararetle söyledi.
Dün yargıya-polise güvenmeyen Kılıçdaroğlu, bugün yargı ve polisin asla yanlış yapmayacağına emin bir kişiliğe bürünmüş.
Demek ki, mesele suç değil…
Mesele hırsızlık, yolsuzluk, usulsüzlük değil.
Bunu yapanların başka partiden olması…
Halk içinde de bu böyle…
İnsanlar hayatı boyunca parayla, şöhretle, makamla, şehvetle ve fırsatlarla imtihan edilir. Kimi bu imtihanı alnının akıyla geçer, kimi “üç günlük dünyada”, ilelebet yaşayacakmış gibi, çalar, yaşar, yer ve zulmeder…
Bazıları sürekli yaptığı veya her an, her zaman ve her zeminde yapmaya hazır olduğu benzer olayı, hayatında ilk kez görüyormuş, dünyada hiç kimse yapmıyormuş, aynaya baktığında benzerini görmüyormuş gibi davranmıyor mu, asıl samimiyetsizlik budur.
Oysa hırsızlığı ve bütün uğursuzluğu eleştirmek için bunlardan arınmış ve asla bulaşmamış olmak gerekir.
Hani derler ya, “çalmayan yoktur, fırsatını bulamayan vardır” diye…
Eline fırsat geçtiğinde, sıfırı bol rakamlar teklif edildiğinde, katlar, yatlar ve kabarık banka hesapları öne sürüldüğünde, bir lirayı elinin tersiyle itebiliyor gibi itebilmeli…
Hak etmediği paranın miktarı önemli olmamalı, “hak etmediği” yeterli gelmeli…
“Hak etmediği” deyince o kadar kapsamı geniş ki, vergi kaçırmaktan tutun, her türlü hak yemeyi kapsar; çalışanın hakkını vermemek, yaptığın işte aldatmak, terazide yanlış tartmak, yaptığın işin ücretini ödememek, eksik ödemek, yanlış ölçmek, biçmek…
Şimdi gelelim sizin çaldıklarınıza…
Tweetimden seçmeler
Devleti biliyorduk. Derin Devleti Ergenekon'la gördük. Ceberut Devleti bize CHP öğretmişti. Son operasyonla Paralel Devlet arzusunu gördük!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.