Naif Karabatak
O PARTİNİN ADALET ANLAYIŞI
Türkiye’de içi boşaltılan kavramlar çok, bunlardan birisi de adalettir. Öyle ki hayatının hiçbir döneminde ‘adil’ olmayanlar bile ‘adalet’ arayışında bulunabiliyor. Hatta bunun için ‘göstermelik’ yürüyüş bile yapabiliyorlar.
Oysa sadece o partinin ‘adaletle’ ilgili siciline baktığınızda, bunun ne kadar gereksiz, ne kadar lüzumsuz, ne kadar yalancı ve ne kadar yabancı bir talep olduğunu anlayabilirsiniz.
Kaldı ki sözü edilen partinin adaletle ilgili değil yürümeye, konuşmaya, ağzını açmaya, adaletin ‘a’sını dahi telaffuz etmeye hakkı yoktur.
Elbette Türkiye’de adalet sistemi, adalet arayanlar için çok da iç açıcı değil. Bu nedenle mevcut mekanizmayı eleştirmek kadar doğalı olmaz.
Her ne olursa olsun, herkes adalet arayabilir, hakkıdır da.
Ancak unutulmasın ki, bağcıyı dövdürme derdi, üzüm yeme isteğinizi ortaya koymaz.
Bağcıyı dövdürmekten çok daha öte misyon üstlenen o partinin adalet anlayışını, İstiklal Mahkemelerinde çok net görmüştük. Kurtuluş mücadelesi veren insanları ipte sallandırmalarında, hıncını alamayıp, mezardan çıkarıp bir daha asmalarında, analarımızın, bacılarımızın başındaki örtüyü yırtıp parçalamalarından da biliyoruz ne kadar adil olduklarını.
Oluşturmaya çalıştıkları “tek tip” toplum modelinden, baskıcı, yasakçı, buyurgan tutumlarından da biliyoruz.
Onların adalet anlayışını her darbede, darbecilere durdukları selamdan biliyoruz.
28 Şubat’ta seçilmiş hükümet alaşağı edilirken, o partinin durduğu yeri yine çok iyi biliyoruz.
Seçilmiş bir milletvekilinin, sırf başörtülü olduğu gerekçesiyle, ‘yemin ettirmeme zorbalığında’ bulundukları o trajikomik kürsü işgalinden de biliyoruz.
Kendi genel başkanlarına kurulan kaset kumpasındaki tutumlarından da iyi biliyoruz.
O partinin millet lehine adalet aradığını da ne duyan, ne gören, ne de buna herhangi bir şekilde şahitlik eden olmadı.
O partiye hükmedenler, bütün karanlık kişi ve örgütler için adalet isteyebilir…
Şimdi yaptıkları gibi 15 Temmuz’da canımızı, kanımızı, malımızı, namusumuzu, ırzımızı, ülkemizi, bayrağımızı ele geçirmek isteyen namussuzlara bile arka çıkabilir.
Ama masumlar için adalet isteyemez.
Çünkü o partinin geni, buna uygun değil.
Kendi ülkesinin işgal edilmesini isteyen, çıkacak bir savaşta başka bir ülkenin yanında yer alacağını söyleyen, milletin karşısında olan her karanlık odakla içli dışlı olan, Fetö’cülere arka çıkan, her darbeye bir bahane bulan bir partinin adalet aradığını söylemek, abesle iştigalden öte bir şeydir.
O partinin adalet aradığı falan zaten yok. Tabanı söylemiyorum, elbette sadece bu dönem değil, her dönem ve her partinin tabanında bir adalet arayışı olduğu muhakkaktır.
Bu ülkede elbette yanlış giden veya yanlış gittiğine inanılan her şey sorgulanmalı.
Mesela Fetö’nün üst kademeleri sağa sola kaçıyorken, damatlara özgürlük için çırpınan bir güruh da halen faaliyetteyken, alt kademenin yargılanıyor olması, tabii ki sorgulanmalı.
Bu ülkeye ve bu millete ihanet eden her fert, yargıya hesap vermeli, cezasını çekmeli.
Ama bu, ajanlık yapan, MİT tırlarını durduran, bunu servis eden, Türkiye’yi “teröre destek veren ülke” konumuna düşürmeye çalışan hainleri kapsamamalı.
İŞİD’i doğuran, besleyen, büyüten Amerika’nın, “Türkiye İşid’i besliyor” algısı oluşturmak için durdurdukları tır, Türkmenlere giden yardıma engel olmaktan öte bir işe yaramadı.
Adaletse, kanunlarda MİT aracının durdurulamayacağı belli. İçinde ne olursa olsun, bunun suç unsuru olarak gösterilmeyeceği de belli. Hal böyleyken, terör örgütlerinin emriyle yapılan eylemi, adalet arayışı olarak görmek asla mümkün değildir. Hele hele dokunulmazlık zırhının arkasına sığınarak, ajanlık yapmak kabul edilebilir bir şey de değildir.
O partinin adalet araması, 15 Temmuz’da belli olmuştu…
Millet sokağa çıkmasaydı, darbe gerçekleşseydi, (Allah korusun) işte o zaman, o partinin hangi konumda olacağını bilmek için birkaç darbeye bakmak yeterlidir.
O partinin başında -şimdilik- bulunan zatın adalet aradığı falan yok. Onun bütün derdi gazeteci eskisinin “o görüntüleri kimden aldığını söyleme” korkusudur.
Yürümesinin kendi iradesiyle olduğunu hiç düşünmedim, bir tek istisna, suçun kendine kadar uzanma kaygısı ve korkusu olabilir.
Bunun dışındaki ise “yürü” dediler, yürüyor, arkasına ne kadar karanlık odağı ekleyebilirse…
Ama şunu bütün samimiyetimle söyleyeyim, keşke adalet için yollara düşselerdi, keşke öyle bir niyet ve iradeleri olsaydı…
Keşke adaletin ‘a’sından haberdar olsalardı, keşke…
Tweetimden seçmeler
Anne olmanın ne kadar ulvi olduğunu biliyorduk. Anne dizisi, kan bağıyla gönül bağı arasındaki farkı ortaya koydu. Güzel bir finaldi, #anne
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.