Naif Karabatak
Onuncu köyün sultanı Yahya Efendi
Yahya Efendi, aynı zamanda Kanuni Sultan Süleyman’ın sütkardeşi olan bir Allah dostudur. Doğru söylediği için onuncu köyde ikamet edendir Yahya Efendi.
O’nu yaşadığı dönemde farklı kılan sahip olduğu post veya sütkardeşliği değil, cihanı titreten Kanuni Sultan Süleyman’a karşı doğruları söylemesiydi.
Yahya Efendi Türbesi, her gün gidip geldiğim yol üstünde, Çırağan Sarayı’nın hemen karşısında, tepe bir yerdedir.
Türbenin bahçesi, boğaza bakar ve tüm boğaz ayaklarının altında gibidir.
Geçen gün eşimle birlikte bu türbeyi ziyarete gittik ve Yahya Efendi ile ilgili bilmediklerimi de öğrenmem gerektiğini düşündüm.
Araştırmaya devam edince, bizim gibi onuncu köyde ikamet edenlerle benzerliği görüp, hayranlığım bir kat daha arttı.
Beşiktaşlı Şeyh Yahya Efendi,1495 yılında Trabzon’da dünyaya gelmiş. Bu tarihte Yavuz Sultan Selim’de Trabzon’da vali olarak görev yapıyormuş. Yahya Efendi, Yavuz Sultan Selim’in oğlu Şehzade Süleyman’la aynı zamanda dünyaya geldi. Şehzade Süleyman’ın annesi Hafsa Sultan’ın sütü az olduğundan, Kadı Ömer Efendi’nin refikaları ve Yahya Efendi’nin validesi olan Trabzonlu Afife Hatun, küçük şehzade Süleyman’a süt vermiş ve onun sütannesi olmuştur. Böylece Yahya Efendi de meşhur Kanuni Sultan Süleyman’ın sütkardeşi olmuştur.
Trabzon’da tahsil hayatını sürdüren Yahya Efendi, ilmini ikmal için İstanbul’a gelir. İlk önce kendisine bir çilehane yaptırır. Hazreti Yuşa’nın makamını da Yahya Efendinin keşfettiği anlatılır.
Yahya Efendi, Yavuz ve Kanuni devirlerinin büyük ve meşhur âlimi olan Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi’ye intisap etmiş ve ondan feyz alarak ilmini yükseltmiştir.
Hocasının vefatı üzerine 1526 yılında hocasının yerine günlük 15 akçe ücretle Canbaziyye Medresesine müderris tayin olmuştur. Bu tayinle birlikte Yahya Efendi ‘Müderris’ mahlasıyla anılmaya başlamış halk arasında da ‘Molla Şeyhzade’ olarak şöhret bulmuştur.
Yahya Efendi’nin müderrisliği farklı medreselerde sürmüş, son olarak Fatih Camii’ndeki ‘Medaris-i Semaniye’den birinin müderrisliğine tayin olmuştur. Bu görevini başarılı bir şekilde yürütmekte iken meydana gelen bir olay Yahya Efendi’nin hayatındaki dönüm noktalarından biri olmuştur.
Kanuni Sultan Süleyman eşi Hürrem Sultan ile Sadrazam ve aynı zamanda damadı olan Rüstem Paşa’nın telkin ve teşvikleri sonucu kendisine isyan ederek taht mücadelesine girecek iddiasıyla 1553 yılında büyük oğlu olan Şehzade Mustafa’yı, Konya Ereğlisi civarındaki ordugahta boğdurtmuş, Mustafa’nın annesi olan Gülbahar Hatun’u da saraydan çıkartmıştır.
***
Bir türlü anlamadığım, anlamlandıramadığı ve İslam’ın hangi kuralına sığınarak, Şeyhüslamlar’dan fetva aldıklarını bilmediğim oğul, kız, kardeş, anne veya baba boğdurmalarını Yahya Efendi de anlayamamış.
Ama bunu cihanı titreten Kanuni Sultan Süleyman’a söylemek o kadar da kolay değil. En başta kellenin gitmesini göze alacaksın, “Kral çıplak” diye ortaya çıkacaksın, “sen hatalısın/yanlışsın” diye karşı çıkacaksın.
***
O günden değil, bugünden baktığımızda bile bunun mümkün olmadığını görebiliyoruz.
Siyasi partilerde liderin iki dudağının arasından çıkanı bazıları kanun, bazıları kutsal söz şeklinde algılayıp, içine sinmezse bile tereddütsüz uyguluyorlar.
Biat etmek, koşulsuz itaatte bulunmak, partilerde yer yapmanın, ilerlemenin en kestirme yolu olarak görülüyor.
Sadece siyasi partiler değil, kurumlarda, derneklerde, “sivil” dendiği halde “itaat”ten öteye gidilmeyen örgütlerde de durum farklı değil.
Bu ne o partiyle ilgili, ne öbür partiyle. Ne şu STK’yla, ne bu STK’yla. Hemen hemen bütün oluşumlarda, kurum ve kuruluşlarda durum böyle.
Özgürlüğün adresi olarak gösterilen üniversitelerde de aynı, basında da aynı, sanat camiasında da aynı.
Güce tapma derecesine gelen veya iktidara karşı çıkayım diye bütün değer yargılarını ayaklar altına alarak, kendisine denileni yapanlarda da aynı…
Cemaatler, zaten tartışmasız şekilde “söyleneni yapanlar” olarak kafamızda yer etmeye başladı ve en kötüsü İslami cemaatlerin, İslam’ın kurallarına ters bir şekilde verilen emirleri de yapıyor olmalarıdır.
Buna “İslam” adına ortaya çıktığını söyleyen ve insan olanın yapamayacağı katliamlara imza atanları da eklediğimizde, Yahya Efendi’nin karşı çıkışının anlamını daha da kavrayabiliriz.
***
Herkesin Kanuni Sultan Süleyman’ın önünde titrediği, köşe bucak kaçtığı bir zamanda, Yahya Efendi, sütkardeşliğinin verdiği yakınlıkla da olsa, Şehzade Mustafa’nın boğdurulmasının yanlışlığını, annesi Gülbahar hatunun yeniden saraya aldırması gerektiğini söyleyen birisidir.
Elbette bu karşı çıkış veya doğruları haykırış, Yahya Efendinin onuncu köyde konaklamasına neden olmuştur, hep olduğu gibi.
Yahya Efendi’nin sütkardeşliğini de göz önüne alan Kanuni Sultan Süleyman, onun kellesini almak yerine müderrislikten azleder ve günlük 50 akçe ücret ile emekli edilmesini emreder.
Oysa onuncu köy, küçüklüğünden beri riyazet ve tefekkürü çok seven Şeyh Yahya Efendi için bulunmaz bir ödüldür. Yahya Efendi, emekli olunca Beşiktaş’taki evi ve mescidinde inzivaya çekilir, bütün ömrünü bu dergahta ilim öğretmeye, tefekkür ve zikirle geçirmeye başlar. Bu arada ünü yayıldıkça yayılır, ziyaretçileri arttıkça artar, dua almak için geleni gideni eksilmez.
Yahya Efendi, bu dönemi dostlarına, “Yevmi elli akçe ekmek alırdım, ekmeğimizi kestiler, nihayet birkaç gün çorbamızı ekmeksiz içelim” diye sitemle anlatırmış.
Sultan II. Selim tahta çıktığında kendisine büyük saygı duyduğu Yahya Efendi’nin emekli maaşını günlük 50 akçeden 100 akçeye yükseltmişti. Yahya Efendi, aynı sade yaşamıyla 1570 senesi Kurban Bayramı gecesinde 78 yaşında iken Beşiktaş’taki dergahında ebedi aleme göçmüştür. Mekanı cennet olsun…
Bu kısacık yazıyla Yahya Efendiyi anlatmam beklenmemeli. Zaten sadece onuncu köye göçüşünü yazdım. Merak eden Yahya Efendi’yle ilgili yazılanları araştırıp, okuyabilir.
Tweetimden seçmeler
Bütün kötüler bir “cephe” olmuşsa, bütün iyilerin “saf” tutma zamanıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.