Naif Karabatak
Polis devleti, devletin polisi!
Ülkemizde polisle ilgili tüm değerlendirmeler, iki yanlış üzerine kuruludur. Polisler, konumları gereği hep eleştirinin odağından olmalarındandır ki, ya “polis devleti” haline geldiğimiz söylenir ya da “devletin polisi” olduğu yönüyle değerlendirilir.
İki yanlıştan bir doğru çıkması pek mümkün olmadığından da, idarenin anlayışı, polisin tutumu ve olayları değerlendirenlerin ideolojilerine göre bu ikisinden birisiyle hedef tahtasına konulur.
Son tartışmamız, milletvekili oğlunun polisler üzerinde kurduğu güçlü etkisi…
Hatay Dörtyol’da, AK Parti Hatay Milletvekili Hacı Bayram Türkoğlu’nun oğlu, İstemi Kağan Türkoğlu’nun polislerin karşısında, onları incelerken yayınlanan fotoğrafı gündeme oturdu.
Fotoğrafta, Türkoğlu’nun karşısında sıraya dizilmiş ve ellerinde numara tutuşturulmuş kâğıt olan polisler yer alıyor.
Hepsi de bir tost yüzünden.
Ne Ergenekon soruşturması, ne cemaat kavgası, ne yolsuzluğun ortaya çıkarılması ve ne de polisin görevini yapmasına engel olunması var.
Dörtyol İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde görevli Polis Memuru kantinde tost istiyor. Kantinci de tost için malzeme kalmadığını. Verirsin veremezsin, sen benim kim olduğumu biliyor musun türü çekişmeden sonra devreye milletvekili oğlu, milletvekili ve savcı girer.
Aslında o kadar ufak bir olay ki, bu köşeye konu olmayacak kadar basit bir şey.
Önemli hale gelmesine dikkat etmek gerekiyor.
Birincisi polislerin sıraya dizen yani teşhis eden tarafta milletvekilinin oğlunun olmasıdır.
Yoksa uygulama rutin bir işlemdir.
Teşhis eden ben olsam kıyamet kopmayacaksa bir vekil oğlu olduğunda da kıyamet kopmayacaktır.
Sorun, vekil oğlu bu olayda mağdur eden konumunda mı, yoksa mağdurun bizzat kendisi mi?
Sorun, önce açığa alınan sonra yeri değiştirilen polisler mağdur mu edildi, cezasını mı buldu?
***
Basında “gerçek mağdur” polis gibi gösteriliyor, çünkü sıraya dizilen polistir. Oysa sıraya dizilen vatandaş da olabilirdi, vekil oğlu da. Vekil oğlu dayak yediğini, darp edildiğini söylüyor, haklı da olabilir.
***
Olayın medyaya yansıması, polislerin sıraya dizilmesi görüntüsüyle başladı ve sıraya dizdiren, aslında teşhis isteyen vekil oğlu olunca da kıyamet koptu.
O güne dek, “devletin polisi” diye suçlayanlar, “polis devleti” olduğumuzu söyleyenler, “cemaatin polisi” diye ateş püskürenler, hepsi bir anda “polisleri korumaya” aldı.
Ergenekon Terör Örgütü suçlamasına uğrayanları korumaya çalışanların “Şerefli Türk Ordusu yıpratılıyor” çığırtkanlıklarına bu kez, “Şerefli Türk Polisi yıpratılıyor” eklendi. Oysa burada da “bir suçlu tespiti” söz konusuydu.
Bir türlü biz şerefli olamadık.
Çünkü o polisler bir türlü “halkın polisi” olamadı, asker de “halkın askeri” olmak için çaba harcamadı.
Hep iki yanlıştan birisi seçildi; ya devletin polisi oldular, ya ülkeyi polis devleti haline getirdiler.
Halkı potansiyel suçlu görenler, devleti halktan korumaya çalıştılar. Yasaları değil, mevcudu koruma adına görev yaptılar.
Ergenekon Terör Örgütünün esas varlığı da, “mevcut yasayla mevcudu korumak mümkün olmadığından” yasadışı yola başvurularak devleti koruma çabasından başka bir şey değildir. Birileri kendilerini yasaların üstünde görüyorsa, birileri ülkenin sahibi sanıyorsa ve tüm halkı potansiyel suçlu görüyorsa bundan başkasının olması beklenemez.
Ben Hatay’da kimin suçlu olup olmadığına bakmıyorum ama bir ipucu vereyim; eğer o fotoğrafı basına sızdıran polis ise vekil oğul haklıdır diyebilirim.
Eğer daha önceki tespitler sızdırılmıyorsa, polisin vatandaşa kötü muamelesi resmedilmiyorsa, haksız yere gözaltında kalması da fotoğraflanmıyorsa burada biraz dikkat etmek lazım.
Bunu yaşadıklarımdan çok iyi bilirim. Polis terörüne uğrayan olduğum halde, ellerindeki yetkiyi adice kullanan, yalancı şahit bulabilen, kayıtları kendine göre ayarlayabilen ucuz polislerin de olabileceğini unutmayın.
Bu açıdan “bir tarafı tutma” masumdur, suçludur diye yargıda da bulunmam.
Belki polis, devletin değil halkın polisi olsaydı…
Vekiller ise “akraba vekili” değil, milletin vekili olsaydı bakış açımız değişir miydi bilemiyorum.
Her ikisi de kolay değil, biliyorum…
Ama ben halkın polisi ve milletin vekili olunabileceğini de söylemeye çalışıyorum.
Twitimden seçmeler
Aziz Yıldırım, Fenerbahçe'yi havuzdan çekmekle tehdit etmiş. Ben de Adıyaman'dan çıkmakla tehdit etsem etkili olur mu? :)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.