Naif Karabatak
Siz üzülmeyin, biz özür dileriz!
Dün, aynı partiden iki isim Dersim katliamı için farklı yaklaşımda bulundu. Dersim katliamı, CHP’nin iktidarında olduğundan Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu “genel başkanın onayıyla” özür diledi ama Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk, “özür mözür dilemem” diye kestirip attı.
Öztürk’e göre, Dersim katliamı, tarihçilerin işiydi, siyasetçilerin değil.
Sonra her ülkenin tarihinde acı ve tatlı olaylar olurdu ve bununla siyaset yapılmazdı.
Olayları değerlendirirken o günün şartlarına bakmak gerekirdi, bugünden geçmişe bakıp, değerlendirmek olmazdı…
Öztürk’ün konuşmalarını satır satır okurken tüylerim diken diken oldu.
Demek ki bu zalim dünyada uzun süre “köle” olarak yaşayan insanlar, bunu hak etmişti.
Çünkü o zaman “özgür insanlar” ve “özgür olmayan insanlar” vardı ve bu doğal seyrinde gidiyordu.
Sonra Amerika’da, Kızılderili, Avusturalya’da Aborjinlerin katliamı vardı.
Amerika’nın ve Avusturalya’nın yerlisi olan bu insanlar, işgalciler tarafından kuş avlanır gibi avlanıyordu.
Hatta sadece öldürmekle kalmıyor, kadınlarına tecavüz, çocuklarını gözü kırpmadan katlediyorlardı.
Kızılderili ve Aborjin öldürmek, “bir pisliği temizlemek” kadar sıradandı ve ayıplanır bir yönü yoktu.
Sadece dersinin rengi siyah olduğu için “köle” edilen insanlar vardı.
Aslında “insan” sözü bile o günü yaşayanlara hakaretti. Çünkü “zenci” dedikleri siyahi kişiler, insan olamazdı.
Ancak onlar köle olurdu; alınırdı, satılırdı, genç kızları zevk aracı olarak kullanılırdı. Hepsi “beyaz adam”ın daha iyi yaşaması için dünyaya gelmiş mahlûklardı…
Öldürmek gerekirse öldürülür ve bunun için de vicdan azabı duymayacağı gibi yasal olarak da bir sorumluluğu olmazdı.
Çünkü zenciler, her şeyden önce bir “mal”dı…
Malın sahibi, dilediği gibi tasarruf etme hakkına sahipti.
En ağır işlerde ve en kötü çalışma şartlarıyla sömürülürlerdi bu insanlar…
Çalışma karşılığında herhangi bir ücret alamayacakları gibi, karın doyurmaları da “artık” denecek yiyeceklerle olurdu.
Efendisi yer, artanı da kölesi siler süpürürdü…
Dünyanın her yerinde farklı şekilde insanları “mal” olarak görenler oldu.
Hatta bazıları kendi işlerine engel gördüğü için “temizlik” yaptı.
Sesi gür çıkanı sevmedi diktatörler…
Sorgulayanların toplumda yeri olmadı.
Farklı düşünceye tahammül gösteren bulunmadı.
Herkes, bir şekilde “kendi gibi olmayanı” yok etme yolunu seçti.
Farklı dinlerde mezhepler de böyleydi.
Bütün dünyanın kendi inandıkları, kendi düşündükleri ve kendi yaşadıkları gibi olması gerektiğine inanan ilginç zihniyette insanlar vardı, halen de var.
En iyi ırk, kendi ırkıydı…
En iyi renk, kendinin sahip olduğu derinin rengiydi…
En iyi dil, konuştuğu dildi…
En iyi ülke de kendi ülkesi…
Onun dışındakiler ya yok hükmündeydi ya da yok edilmesi gerekirdi…
Bu bağnazlık, diktatörlükten de öteydi. Bazen diktatörler bile “vicdana” gelemiyordu, bağnazlığı bir adım bile aşamıyorlardı.
Dersim’i de böyle değerlendirmek gerekiyordu demek ki…
O günün şartlarında bir karar alırsın, uçaklara bombayı yüklersin ve bir kentin üstüne atarsın…
Altta kalanın kim olduğunu önemsemezsin.
Onların yaşlı mı, genç mi, kadın mı, erkek mi, çocuk mu, kundaktaki bebek mi olduğunu da düşünüp, canını sıkmazsın…
O insanların hayallerini, geleceğe dair umutlarını da düşünüp, güzelim canını sıkmazsın…
Sana karşı çıkan veya sana alternatif olanı öldürmek haktır ve bunun için sorgu ve suale çekilmene de gerek yoktur.
Sonra ülkeyi kurtarmak için canını ve kanını veren insanların arasına darağaçları kurarsın, birer birer idam edersin…
Önce idam eder, sonra niye idam ettiğini uyduracak şeyler bulursun…
Hiç kimse niye astın, niye kestin diye soramaz…
Çünkü o günün şartlarında asılması gereken asılıyordur, kesilmesi gereken kesiliyordur, imha edilmesi gereken de ediliyordur…
Bu anlayış, tüyler ürpertici…
Bu anlayışla Ermenilere ne olduğunu sormadığımız gibi, Ermenilerin neler yaptığını da soramıyoruz…
Varlık vergisini, taş kırmada ömür tüketenleri de soramıyoruz…
Sırf farklı giyindiği, farklı düşündüğü, farklı inandığı, farklı kimliğe veya kişiliğe sahip olduğu için yok edilenlerin akıbetini de soramıyoruz.
Sorduğumuzda “uzantısı olan partiler” inciniyor, üzülüyorlar, yazık o insanlara!
O zaman, geçmiş geçmişte kalsın, iyi ki öldürdünüz deyip, bir de alkış tutalım…
Bu anlayışın, Dersim’i bombalayan anlayıştan hiçbir farkı yoktur. Bomba atanlarla bomba atılmasını “normal” görenler, aynı derecede katildir ve hiçbirisi insan olamaz…
Öztürk merak etmesin, onu özür dilemeye zorlayan yok; bu ülkenin bir ferdi olarak, bu devletin bütün ceberut yüzünden, zalimliğinden, çektirdiği acılardan, yaktığı yuvalardan, yetim bıraktığı insanlardan, yaktığı köylerden, taradığı ovalardan, dağlardan ve işkence ettiği herkesten özür diliyorum…
Tweetimden seçmeler
Herkes her makama kendisini layık görebilir ama herkes her makamın hakkını veremez. Hakkını verecek -istisnalar hariç- zaten görev alamaz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.