Naif Karabatak
13 Yıl Öncesine Döner Miyim?
Hiç siyaset yapmadan, hiç siyasi bir soru sormadan ve hiç siyasi bir cevap beklemeden “13 yıl öncesine döner miydin?” diye bir soruya muhatap olsam, ne cevap veririm?
Düşünür müyüm, derin düşüncelere dalar, o günleri anar mıyım?
Özlemle yanar mıyım mesela…
“Nerde o günler?” diye damağımda, dimağımda ve aklımın bir köşesinde kalan, yüreğimde yer eden farklı bir tat hisseder miyim?
Sahi burnumun direğini sızlatacak anıların arasında dalıp gider miyim?
Hoş bir anı olarak göreceğim neler var?
Mahallemizden, sokağımızdan, top koşturduğumuz arkadaşlarımızdan, çelik çomak oynadığımız dostlarımızdan, komşumuzdan, yaptığımız yaramazlıklardan, kırdığımız camlardan, aşırdığımız meyvelerden, arkamızdan koşturduğumuz insanlardan bahsetmiyorum.
Annemizden, babamızdan, kardeşlerimizden, oyuncaklarımızdan, bayramlıklarımızdan, cici ayakkabılarımızdan da söz etmiyorum.
Unutamadığımız bol harçlıklar, mahalle bakkalının külaha koyduğu şaka leblebilerden de bahsetmiyorum.
Ne Nohutçu Ömer emminin nohudu, ne Vartoğlu Kemal emminin şerbeti değil sözünü etmek istediklerim.
Ramazan ayında öğleye veya ikindiye kadar tuttuğumuz, sonra birleştirdiğimiz oruçlardan da bahsetmiyorum.
Okula ilk gidişimiz, siyah önlükle ilk tanışmamız, kara tahtada tek ayak üzerine ilk duruşumuz ve ilk aşkımızla göz göze gelmemizden de söz etmek istemiyorum.
Bu satırların yazarı 51 yaşında.
Nostalji yapayım dersem, çok şeyler sıralamaya başlarım.
Şehir merkezinde dizlerimize kadar çamura bulanmamak için asfalta kadar ayağımıza poşet geçirdiğimizi ve öylece iş gittiğimiz zamanlardan da söz edebilirim.
Zor da olsa, sıkıntı da çekmiş olsak, parasız da kalsak, yoksul da düşsek, hep anlatılacak güzel yönleri bulur, çıkarırım.
Ve ortaya hoş bir hikâye kalır; yaşananlar da mazide…
Ama ben başka şeylerden söz etmek istiyorum; insanca bir yaşam mesela…
Herkesin inandığı gibi yaşadığı, ırk veya mezhep veya statü farkının olmadığı bir dünya özlüyorum.
Demokrasinin kâğıt üzerinde ve istediğine verilen, istediğine verilmeyen bir nimet gibi sunulmasını istemiyorum.
Kafası bozulanın darbe yaptığı, canı sıkılanın ayar verdiği ve her seferinde de cebimizden uçup giden paralarla mağdur olmak istemiyorum.
“Kötü yönetimlerin, beyinsiz idarecilerin cezasını bize çektirme” diye Allah’ıma dua ediyorum.
Sırf kendi gücü, kendi saltanatı, kendi postu, kendi şanı, kendi şerefi için koca bir ülkeyi gözden çıkaracak kadar zalimlere fırsat vermemesini diliyorum.
Ben insanların ölmesini istemiyorum; terörden, kazadan, hastalıktan, bakımsızlıktan, çaresizlikten…
Anneler yol gözlemesin, çocuklar boynunu bükmesin, kadınlar dul kalmasın istiyorum.
İnsanların korkarak sokağa çıktığı, herkesin bir diğerini “ajan” bildiği, gölgemizden bile sakındığımız Komünist, baskıcı, zorba yönetimlerden köşe bucak kaçıyorum.
13 yıl önce bütün bunlar vardı…
İşçisinin, memurunun maaşını ödeyemeyen, bir biriyle anlaşamayan, hastaneden ülke yöneten ve bütün dünyada itibarı beş para etmeyen bir ülkeydik.
Ne yarınımız güvenliydi, ne yanımızda olanlar güvende…
Bir gece yarısı alıp götürülen insanlar vardı, bir daha haber alınamayan…
Baskıcı, zorba, dikta bir yönetim vardı; her şey yasak, her şey suçtu…
İnsanlar anadilini konuşamıyor, şarkı, türkü söyleyemiyordu.
Çocuğuna ne isim koyacağını belirleyen vardı, nasıl eğitim alacağını belirleyen.
İnsana hizmet için kurulan devlet, insana zulmeden mekanizma haline gelmişti; böyle giyineceksin, bunu yiyeceksin, bunu düşüneceksin, bunu konuşacaksın, bunu yazacaksın…
Başındaki örtü, devletin temel nizamlarının en dibine konulan dinamit kadar tehlikeliydi.
Kürtçe bir kelime, anında devleti yakıp yıkmaya yeterliydi.
Alevi olmak suçtu, farklı inanca sahip olmak da suçtu.
Tek tip insan yetiştiriliyordu Cumhuriyet dönemi boyunca; kimisi çok zengin, kimisi açlıkla savaşırken…
Kapıdan kovuluyordu insanlar, bacadan girecek yer de bulamıyordu.
Ne derdini devlet babaya anlatabiliyordu, ne babalık şefkatiyle karşılaşıyordu.
Ne yaşamını iyileştiren vardı, ne yatırım yapacak bütçeye sahip olan iktidarlar.
El açıyorlardı IMF’ye, sonra har vurup harman savuruyorlardı, babalarının mirası gibi.
Yolsuzluk, arsızlık, rüşvet diz boyuydu. Bıçak parası vermezsen hastana bakmaz, hastane parasını ödemezsen rehin kaldırdın.
Çok değil, 13 yıl öncesinden ta cumhuriyetin ilanına kadar böyleydi.
Bu zulmü önlemek isteyen Adnan Menderes’i ipe yolladılar, Turgut Özal’ı zehirlediler, Necmettin Erbakan’ı da koltuktan alaşağı ettiler.
13 yıl sonra bir de gördük ki, 79 yıl boyunca sindirilmiş, susturulmuş, korkutulmuş ve bir köşeye çekilmiş bir toplum var ve o toplum ayağa kalktı.
AK Parti ve AK Partide siyaset yapanlar dört dörtlük değil elbet; hataları var, kusurlarla dolular. Kendilerini koltuk sevdasına kaptıran, makamı şahsi çıkarına alet edeni de var. Hatta başkasına tahammülsüz olanı da var.
Ama Cumhuriyet dönemi boyunca, ilk kez halk için siyaset yapan, halkın taleplerine dönük çabalayan, barış isteyen, kanı durduran, herkese farklılıklarıyla bir arada yaşamayı sağlayan/sağlamaya çabalayan bir iktidar var.
Elbette çok daha güzel günler olmalı, çok daha iyi hizmetler yapılmalı ve çok daha insanca bir yaşama kavuşmalıyız ama bu geriye giderek değil, ileriye koşarak olur.
13 yıl öncesine dönmek ister miyim; insanca yaşam için mücadele eden birisiyim ve bu soruya cevabım hiç düşünmeden “hayır” olur, hem de kocaman bir hayır!
Tweetimden seçmeler
Bu millet başörtüsü zulmünü, Müslüman zulmünü, Alevi zulmünü, Kürt zulmünü ve terör zulmünü gördü; bir daha geri dönmeye niyeti olur mu?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.