Darbeyi Rüyamda Gördüm

15 Temmuz darbe girişiminin olduğu gece yaşadıklarımı ilk kez yazacağım. Pek rüya gören birisi değilim, görsem de hatırladığım söylenemez ama ben darbeyi 15 Temmuz sabahı rüyamda gördüm.

15 Temmuz akşamı kardeşlerimle bir aradaydık. Oğlumun düğünün hemen ertesinde, misafirlerle birlikte kalabalık halde sohbet ediyor, hasret gideriyorduk. Açık olan televizyona bakmak kimsenin aklına gelmiyor, belki de gerek görmüyorduk. Bir anda gözüm ekrana kaydı ve boğaz köprüsünde askerleri gördüm. Sesini açtık. Aklıma ilk gelen bomba yüklü bir araç ihbarından dolayı “Anadolu’dan Avrupa’ya geçişlerin durdurulduğu”ydu ama bu çok mantıksız geldi. Bomba yüklü araç varsa yol kesmekle bunu engelleyemezsiniz, araçların akması gerekir. Hem neden asker oradaydı ki, polis yok mu?

Pek bir şey anlamadık ve “kalkalım” diyerek toparlandık. Yolda aracımın radyosundan darbe kalkışması olduğunu artık net anladık. Başbakan Binali Yıldırım konuşmuştu. Aklıma o gün sabaha karşı gördüğüm rüya geldi.

Rüyamda, kalabalığın arasındaydım ve nereden geldiğini bilmediğim bir bomba avucumun tam ortasındaydı.

Bomba patlasa, benle birlikte yüzlerce, belki binlerce insan ölecekti.

Uzun süre bombaya bakıyorum, dualar ediyorum. Benle birlikte kalabalık da bombaya bakıyor ama hiç kimse bulunduğu yerden kaçmıyor, bağırtı yok, feryat yok, figan yok.

Ben dualar ederek diğer elimi bombaya uzatıyorum ve o anda “pöff” diye bir ses geliyor ve bomba patlamadan etkisiz hale geliyor. Hepimiz derin bir oh çekiyoruz…

Rüyamda gördüğümü darbeye yormam gerekir miydi, bilmiyorum ama bir gün sonra biraz daha işler kontrol altına alınınca o “pöff” sesini bir kez daha duymuş, bir kez daha rahatlamıştım ama halen darbenin “bir numarasın”ın ortaya çıkmamasının, tehlikenin devam ettiğini göstermesi bakımından dikkate değer.

Yeniden o geceye dönelim…

Eve geldim, televizyonu açtım, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, cep telefonuyla görüntülü olarak NTV’deydi.

O görüntüyü ömrüm boyunca unutmayacağım. Aklıma Irak geldi, Suriye geldi, Libya geldi ve en son Mısır geldi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, arka fon görüntüsünden dolayı “çok sıkıntılı bir yerde” olduğunu düşündüm. Ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum, olduğu gibi dışarıya çıktım. Çıkarken ne cüzdanımı almıştım, ne de cebimde bir lira vardı. Gecenin bir yarısı alelacele sokağa çıktım. Şansa bak ki, cep telefonumun şarjı da ha bitti, ha bitecek haldeydi.

Evimize yakın olan meydanda AK Parti ilçe başkanlığı da vardı. O meydana yeni yeni beşer onar insanlar gelmeye başlamıştı.

Cumhurbaşkanı halkı sokaklara çağırmış, havalimanları ve köprüleri adres göstermişti. Kalabalık havalimanına yöneldi. Bizim evle Atatürk Havalimanı 10 kilometre.

Geri dönüp cüzdanımı almayı akıl edemedim, aracımla gitmeyi de düşünmedim veya gerek görmedim.

Her geçtiğimiz yerde yüzlerce, binlerce yeni insan katılıyor, çevre yolu bir sel gibi insanlarla dolmaya başladı. Araçlar geçmiyor, tramvaylar durmuş, metro çalışmıyor, taksiler yok.

Etrafta polis yok, asker yok; bir garip durum.

Her yol, her kavşak belediye araçları, otobüsler, taksilerle kesilmiş. Tankın, askeri araçların geçişini tamamen önleyecek engeli kim veya kimler düşünmüşse çok iyi düşünmüş.

Çok sonra birkaç tane vatandaş ve polis tarafından el konulmuş tank gördüm.

10 kilometrelik yol kolay arşınlanmıyor, sırılsıklam ter sırtımdan akıyor, bir yudum su yok.

Toplam sekiz şerit, iki metrobüs yolu, iki yan yol olmak üzere 12 şeritlik yolun tamamı insan doluydu ve bir deniz gibi akıyordu.

İçinde yaşlılar vardı, gençler vardı, kadınlar vardı, çocuklar vardı. Bazı yaşlıların elinde sopa bile vardı ama hiç kimsenin elinde silah yoktu, ağzından da küfür çıkmıyordu. Asker kışlaya diyorlardı, darbeye hayır diyorlardı ve yürüyorlardı…

Havalimanına geldiğimizde henüz Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gelmemişti. Bazı araçların radyolarından haberlere kulak kabartıyor, ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorduk.

O kalabalığın tamamı havalimanına girdi, bahçesinde, girişinde, her yerde bekleşmeye başladı. Bir haber yayılıyor, bir uğultu kopuyor ama net bir şey yoktu.

İşte o anda üstümüzden F16’lar uçmaya başladı.

Hem alçaktan uçuyor hem de bir bomba sesiyle hepimiz yere kapanıyorduk. Rüyamda gördüğüm bombayı bir kez daha düşündüm, yolun sonuna gelmiştik ama ülke olarak yolun sonu olmamalıydı.

O ara aklıma geldi, “keşke eşimle ve çocuklarımla vedalaşsaydım” diye. Ölmeyi umursamadığımı ve benim gibi hiç kimsenin umursamadığını orada gördüm, daha çok dehşete kapıldım.

Büyük bir belayı defetmek için ölümü bile göze almış on binlerce insan vardı orada.

Cep telefonum kapanmak üzereyken evi aradım, eşimle görüştüm ve oğlum ile misafirlerimizin de benden sonra çıktığını o anda öğrendim ama telefon kapandı.

Sürekli jetler havada uçuşuyor, bir yerlere bomba atılmış gibi ses kulakları sağır ediyordu.

Atatürk Havalimanının polis ve öndeki halk tarafından kurtarıldığını öğrenmemiz, sevinmemize neden oldu ve bir süre sonra da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın havalimanına indiğini öğrendik, rahatladık.

Bir ülkede darbe henüz tazeyken ve bütün şiddetiyle her tarafta sürerken, ülkenin cumhurbaşkanının ilk işi kaçmaktı, ilk iş saklanmaktı; adı, adresi olmayan bir yere…

Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan, kaçmak yerine savaşmayı seçti. Başbakan Binali Yıldırım da kaçmadı, savaşmayı seçti.

Araçların radyolarından aldığımız bilgiler iç açıcı olmasa da, hükümetin, polisin ve milletin meydanlara inmesiyle püskürtülmeye başlandığını da anlayabiliyorduk.

Fetöcü askerlerin, gözü dönmüşçesine insanları öldürdüğü, tankları vatandaşın üzerine sürdüğünü de öğrendik.

Gecenin en karanlık olduğu andaydık, insanların dilinde duanın eksilmediği ve giderek arttığı bir zamandı ve gecenin en karanlık olduğu anın, sabaha en yakın an olduğunu da biliyorduk…

Ve sabah oldu, darbecilerin birer birer teslim olmaya başladığını, yer yer direnenlerle çatışma yaşandığını öğrendik.

Çok şükür, bir belayı defetmiştik. Rüyamda gördüğüm gibi avucumuzda bir bomba vardı ve o bomba patlasaydı, öyle veya böyle hepimiz helak olacak, bir şekilde etkilenecektik.

Ama milletin duası, desteği ve destansı kahramanlığıyla “pöff” diye söndüler, zalimler, alçaklar, asker kılığına girmiş teröristler…

Tweetimden Seçmeler

Halen anlamayanlar için kaseti geri sarıp, 17-25 Aralık'ta, bu Fetö'cü hainlerin ne yapmak istediğini bir kez daha anlatalım mı?

www.naifkarabatak.net

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi

Mantı

12 Ağustos 2024 Pazartesi 16:20