Naif Karabatak
Kandil’i yakar, İmralı’yı yıkarız!
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin sözünü duyduğumda, aklıma Roma’yı yakan Neron’dan, Karagümrük’ü yakan Uğur Aslan’a kadar ne hikâyeler, ne şiirler, ne ezgiler geldi, geçti bilmiyorum.
“Yakmak” ve “yıkmak” en kolay, en sıradan, en alelade iki kelime çünkü. Bir çocuğun eline vereceğiniz kibrit, koca bir kenti ateşe verebilir mesela. Bunun için “siyasi deha” olmanıza gerek yok.
Bir dozer, koca bir kenti yerle bir edebilir. Bunun için de tarihten gelen bir siyasi anlayışı benimsiyor olup olmanız bir şey değiştirmez. Bir dozer operatörü ve bir dozer. Yakıtını da tamamladın mı, istediğin yeri yıkabilirsin.
Ama yapamazsın…
Yapmak farklı bir şey; Yıkmak da kolay, yakmak da…
İkisine de tecrübe gerektirmiyor, sevgi istemiyor, okkalı bir yüreğe gerek duyulmuyor.
Ama “onarmak” ustalık ister; işini sevmek, insanları sevmek gerekir.
Söz konusu “barış-savaş” ise o zaman daha çok sevgi gerekir, merhametli olmak, vicdan sahibi bulunmak lazım gelir.
Savaşırsan, ölür veya öldürürsün.
Ölürsen, sonucu göremezsin, öldürürsen mücadele edeceğin kimse kalmaz.
Ölmeyip, yanındakilerin hepsini de öldürebilirsin, ölmeyip, kalan hayatını esir olarak da geçirebilirsin. Ama barışırsan, hem insan sevgisiyle dolu olduğun anlaşılır, hem barışmanın erdemliliğinin görürsün. Barışırsan, farklı alanlarda birlikte çalışacak veya mücadele edecek insanlarla bir arada yaşarsın. Barışırsan, seversin. Barışırsan, insanlığın zirvesine varırsın.
Yoksa, “deliyim gözü kara deliyim, yakarım Romayı da yakarım” diyerek alırsın eline bir ateş, atarsın insanlığın tam ortasına…
Daha da kızdığında, “7 Yıl değil 70 yıl bile olsa paşa paşa” yatmayı göze alarak, “Karagümrük’ü yakarım, sonra girer paşa paşa yatarım hâkim bey” diye türkü de çığırırsın.
Yakmak kolay dedim ya…
***
Ayrıntılara boğulmadan barış görüşmelerinin sürmesini isteyenlerin ayrıntılarda boğulduğunu görmek, “Ne yârdan geçerim, ne serden” sözünü hatırlatıyor. Bu söz, “ne sevdiklerimden vazgeçerim, ne kendimden” manasına geldiği gibi, genişleterek farklı anlamlar da yükleyebiliyoruz.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “baldıran zehri” içmeye hazır olduğunu söyleyerek barış görüşmelerine başladı. Kimi “siyasi hayatıma mal olsa da” dedi, kimi ortaya “gövdesini” koydu, kimi başka zehir adları telaffuz etti, kimi de “Barışı getirenin 40 yıl kölesi olurum” diyerek, bir içimlik kahvenin hatırından daha az olmadığını söyledi.
İster baldıran zehrini zerk edin, ister kızılcık şerbetiyle yetinin. İster zakkum ağacının yapraklarına dadanın, ister pembe çiçeklerini suya koyup için. Hiç fark etmez.
Fark eden, sizin bir şeyleri feda edecek yüreğinizin olduğunu ikrar etmeniz ve işe başlarken “ne anadan, ne yârdan” geçemeyeceğinizi söylememenizdir.
İster “ne serden geçerim, ne yârdan” deyin, ister yârin yerine “ana”yı koyun değişen bir şey olmayacak. Değişen, sizin vazgeçebildiklerinizin olmasıdır. Aksinde ise hem kendinizi oyalıyorsunuz, hem karşıya boş yere umut dağıtıyorsunuz demektir.
***
İmralı süreciyle başlayan barış görüşmeleri, öncekilerin aksine seyrinde gidiyor gözükse de ayrıntılarda boğulmaya her an hazır olduğumuz izlenimini veriyor.
KCK davalarının ne olacağı konuşuluyor, yargılanıp içeri mi tıkılacaklar, yoksa serbest kalmalarının formülünü mü bulacaklar. Abdullah Öcalan, İmralı’da mı kalacak, eve mi hapsedilecek. İmralı’da kalması ülke için artı mıdır, eve hapsolursa eksiye mi düşeceğiz. Dağdakiler düz ovaya mı gelecek, başka ülkelere mi konacak. Silahlar yere gömülüp, “boru bunlar boru” diyen birisinin çıkması mı beklenecek?
Hasılı, odaklanılanın barış olduğu unutularak, bir kazan-kaybet hesabı görülüyor.
Oysa bir şeylerden vazgeçmeyi göze almadan, feda edecek yâr bulmadan başarmak mümkün olmayacak.
Bütün bunlar barışın tarafları olan kesimde elbet.
Bir de barış olmasın diye çabanın içinde olanlar var.
Bunların hepsine ek olarak “feda edecek” bir değeri olmayanların sıraladıkları “hainlik” var.
Kimisi 75 milyonu feda ederek, onları dağa gönderip, “üç beş çapulcuyu” yok edeceğini sanırken, kimisi koca bir ülkeyle baş etmek için her ölen gence yenilerini eklemeyi göze alabiliyor.
Hatta İmralı’yı yıkıp, Kandil’i yakacak güç ve kudrete de sahibiz. Önemli olan yakıp, yıkacak güç ve kudrete sahipken, el uzatıp, sevgi saçacak bir yüreğe sahip olabilmektir.
Herkes biliyor ki, terör örgütü bir ülkeyle başa çıkamaz, bunun mantığı yok. Yine herkes biliyor ki, bir terör örgütü, “öldürmekle” bitirilemez, her ölen, bir başka bedende dirilerek, kan davasını sürdürür, gider.
O zaman sorun, ölenin çokluğu değil, ölenin olmaması için çaba harcamaktır.
Ve burada vazgeçeceğin yârin olup olmadığına bakmak gerekiyor.
Zira herkes biliyor ki, “yârdan geçilir serden geçilmez” olduğudur.
Sizin vazgeçecek yâriniz olsun, kazanacak çok şeyiniz olacaktır.
Twitimden Seçmeler
Bugün 18 Mart, Helepçe'yi andığınızda “Kürt” Çanakkale'yi andığınızda Türk olursunuz.. Oysa ikisinde de dram var, zalimin mazlumu ezmesi. Mazlumun kimliği değil, acısı önemli.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.