Siz Sakin Olun, Biz Sessizce Ölürüz…

Ölümlerin istatistiğe bağlandığı zamanlarda yaşarız derin acıları ve bir kavgaya gireriz, ortalık toz duman…

İstatistiğe girmeyen ölümler gündemimizi işgal etmez.

Geliyorum” diye facialar, geldiğinde aklımız da başımıza gelir, tek tek gelirken değil.

Trafik kazalarında da bu böyledir, maden facialarında da, herhangi bir işletmedeki iş kazalarında da…

Sayı büyük olunca tepki büyük olur.

Ama sayı küçük olunca kimsenin gündemine girmez…

Oysa ailenin kıyametidir, sevdiklerinin ölümü…

Depremlerde, doğal afetlerde, çürük yapılarda, kontrolsüz geçişlerde, kötü yollarda, kader diye bildiğimiz nakillerde…

Biz hep ölürüz…

Yollarda, madenlerde, tarlalarda, ekmek peşinde…

Bazen sınırda ölürüz, düşman bilinerek…

Bazen “kirli kavganın” tam ortasında kalırız, 30 yıl boyunca sürdürülen…

Bazen depremlerde ölürüz, “daha çok kazanması” gereken müteahhit eliyle yapılan binaların enkazında…

Madenlerde ölürüz, binlerce metre yerin altında…

Sayı az olunca ülke gerilmez…

Ama sayı çok olunca “nemalananlar” da ortaya çıkar.

Her siyasi, “kendi dönemlerinde acıların yaşanmayacağını” söyler, önceki acıları unuttuğumuzu sanır.

İşverenler, kendi işletmelerinde gerekli tedbirlerin sonuna kadar alındığını ve hiçbir masraftan kaçınmadıklarını söylerler, yüzleri kızarmaz ama…

Sonra puslu havayı seven kurtlar çıkar sahneye…

Ölümlere üzülüyor havası da katarlar…

Her yeri ateşe verirler, sevda dolu yürekleriyle…

Molotof atarlar, taşları nişan alırlar duygusal yönleriyle…

Kıçına başına “Soma” yazan şaklabanlar türer…

Henüz ölüler sıcakken, soğuturlar kardeşlikleri…

Kutuplaşırız, hepimiz bir tarafı tutarız, futbol takımı tutar gibi…

Taraf tutanların tarafına bakınca ölümlerden hiç kimsenin suçlu olmadığını anlarsınız; bir taraf işvereni tutuyordur, bir taraf hükümeti ve bir taraf da toptan devleti…

O zaman inanırsınız, ne hükümetin en ufak bir kusuru olmadığına, ne de işverenin bir ihmalinin söz konusu dahi olamayacağına…

İnsanlar sıkılmış ve ölmüştür…

Eceli farklı yerde yakalamıştır ve ölmüştür…
Sessizce ölmüştür, belki tatlı tatlı ölmüştür, belki gül dökmüşlerdir yoluna…

Zaten bir gün öleceklerdi, ha öyle, ha böyle…

Trafik kazaları da öyle…

Ha ırgat olarak ölmüşsün yolda, ha düğüne giderken, ha bayramdan dönerken…

Sorumlu, ölendedir, öldüren zaten ortada yok…

Biz ölenleri bahane ederek, yaşayanları öldürmenin derdindeyiz.

Biz, yaşamak için değil, öldürmek için bir mücadelenin içerisindeyiz.

Gözyaşı döktüğümüz günlerde herkes uzman kesilir ve herkes yetkiyi alsa kimsenin ölmeyeceği garantidir.

Birkaç gün sonra unutulur her şey…

Kıyametin koptuğu ev, yaşam mücadelesine başlar, acılarını bir yana bırakarak…

Ve işletmeler, daha çok kazanma adına, daha çok eksiklerle yoluna devam eder…

Irgatlar yola çıkar, nafakasını bulacağı kente doğru…

Ucuz olsun diye traktör ve kamyon kasasında gider, soğuğa ve sıcağa aldırmadan…

Tıkış tıkış binerler minibüse…

Ve sonra acı haber gelir, kentine, köyüne ve illa da evine…

Sayı çok olunca fırsatçılar da çok olur…

Bir kesim “suçsuz” olduğunu söylerken, diğer kesim “cezayı” peşin kesmiştir bile…

Bu defa ortaya insanlıktan nasiplenmeyenler çıkar; zaten müstahaktı onlar…

Belki de helak olmuşlardı…

Ölenlerin siyasi tercihleri, ölümü hak edip etmediğini gösterebiliyordu…

Ölenlerin derisinin rengi de önemliydi…

Kürt olması, Türk olması, Müslüman veya Hristiyan olması bile çok önemliydi…

Mezhebi bile dikkate alınırdı,

Meşrebinin bir önemi vardı, köyünün, kentinin, yaşadığı yerin…

Ama insanlığını kimse sorgulamazdı; hayallerini, sevdalarını, kaygılarını ve dertlerini…

Yarına dair planları kimsenin umurunda olmazdı, “müstahak” olması, yanımızda olup olmamasıyla alakalıydı…

Biz insanları kategorize ediyorduk; kimlikler, kişilikler, renklere göre…

Biz insanları zenginliğine ve fakirliğine göre değerlendiriyorduk…

Bazen sosyal bir etkinlik olsun diye döktüğümüz gözyaşı da vardı; hele bir de güzel kareler yakalamışsak…

Birkaç gün sürecek gözyaşı ve hesaplaşmanın piyonlarıydık aslında…

Bugün birisine, yarın diğerine…

Ama hiçbir zaman yürekten değil.

N’olur kavga etmeyin!

N’olursokaklara çıkmayın!

N’olurköşelerinizde insanlığınızı sorgulatmayın…

Siz sakin olun, biz sessizce ölürüz…

Sizi hiç rahatsız etmeden…

Tweetimden seçmeler

301 kişiyi kaybettikten sonra “gaz maskesi” ve “sensör” satışında patlama yaşanmış. Sadece Soma değil, sırada çok vicdansız işletme varmış!

www.naifkarabatak.net

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi

Mantı

12 Ağustos 2024 Pazartesi 16:20